10 Aralık 2010 Cuma

HAYVAN BARINAKLARINDA VAHŞET

İnsanoğlunun  acımasızlığı sınır tanımıyor. Tekirdağ Sokak Hayvanları Barınağı'nda  paslı  aletlerle  ve son  derece uygunsuz koşullarda yapılan  kısırlaştırma ameliyatları   sonucu  enfeksiyon  kapan  zavallı  hayvanlar acılar  içinde kıvranarak  ölüyorlar. Bu durumun  başka  illerde  de  olduğu  anlatıldı  tv  haberlerinde. Kendilerini  savunamayan  bu hayvanlara  bunca acı  çektirip böyle  bir  son  hazırlamak nasıl  bir insanlık  ayıbıdır? Aldığınız  eğitim,  kazandığınız  para  zehir  zıkkım  olsun. Buna  meydan  veren  tüm sorumlulara  da  lanet  olsun.

28 Kasım 2010 Pazar

Kaddafi'den Erdoğan'a Ödül

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3. AB-Afrika Zirvesi'ne onur konuğu olarak katılmak üzere dün Libya'ya  gitti. Erdoğan burada ''Kaddafi İnsan Hakları Ödülü"nü de alacak.  Zirvenin  de  onur  konuğuymuş.
 Nasıl  da  yakışmışlar


 Bu  akşam(29 Kasım akşamı) Kaddafi İnsan Hakları Ödülü Uluslararası Komitesi Başkanı ve Cezayir Eski Cumhurbaşkanı Ahmed Ben Bela ve diğer davetlilerin de katılımıyla bir tören düzenlenecek.

Darbeci  bir  diktatörden İnsan Hakları Ödülü  almak  ne  kadar  onur  verici  değil  mi? Daha  önce  de  Erbakan'ın Libya  maceraları  olmuştu. Kaddafi  tarafından  azarlanma onuruna  erişmişti Erbakan. Türk  ulusu  olarak  bunları  gördük  biz.  Ne  var  ki  balık  hafızalıyız.  Ne  diyelim, hak  ettiğimiz  yöneticileri  buluyoruz işte..

13 Kasım 2010 Cumartesi

Montaigne' den Seçmeler


Bence insan ne oldugunu bilmekte dikkatli olmalı;iyi tarafınıda kötü tarafınıda aynı titizlikle ortaya çıkarmalıdır.

Kendini olduğundan az göstermek,tevazu değil, budalalıktır; kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır.Kendini olduğundan fazla göstermek de, çok defa gurudan degil budalalıktandır.

Bence bu kendini beğenme illetinin esası, kendindan pek fazla hoşlanmak,kendi kendine hayasızca aşık olmaktır.Bunun en iyi devası kendinden söz etmeyi yasaklayan ve böylece bizi kendimiz üzerinde düşünmekten büsbütün alıkoyanların dediklerinin tam tersini yapmaktır.

Gurur insanın düşüncesindedir; söze dökülen onun pek küçük bir parçasıdır.

Bu adamlar öyle sanıyorlar ki insanın kendi üzerinde durması,kendinden hoşlanması,hep kendisiyle uğraşması kendine fazla düşkün olması demektir. Oysaki aşırı benciller, kendilerini pek üstün körü bilenler, kendilerinden önce işlerine bakanlardır. Onlara göre kendi kendisiyle baş başa kalmak, sırt üstü yatıp vakit öldürmektir. Ruhunu zenginleştirmeye, kendini adam etmeye çalışmak boş hayaller kurmaktır. Sanki kendimiz bizden ayrı, bize yabancı birisiymişiz gibi.

Kendinden aşağıya bakıpta kendi kafasına hayran olan adam, kendinden yukarıya, geçmiş yüzyıllara gözlerini kaldırsın; o zaman yüzlerce devin ayakları altında kalacak ve burnu kırılacaktır.

İnsan kendindeki eksik ve cılız değerleri, üstelik insan hayatının hiçliğini hesaba katarak düşünecek olursa, hiçbir değeriyle övünmeye kalkışmaz.

12 Ekim 2010 Salı

Lanet Olsun Size !



İnsana ya da hayvana yapılmış, farketmez. İşkencecinin  hedefi  hangi  canlı olursa  olsun,  yapanlara lanet olsun!

İZMİR Bornova'da, 4 üniversitelinin , bir büfecinin baktığı sokak kedisini tekmeleyerek öldürmesi, güvenlik kamerasınca kaydedilmiş , hayvanseverler olaya büyük tepki göstermişler.

Bir  de köpekleri  varmış  bu canavarların. Böylesine  şiddete eğilimli  pislikler  o zavallı  köpeği de  dövüştürüyorlardır. 

Allah  belanızı versin! Başka  sözüm  yok.

3 Ekim 2010 Pazar

Bu Acımasızlık Niye?

İnsanlar  neden  sırf  önyargılarına dayanarak  acımasızca başkalarını  eleştirip  incitirler?

Tanımadıkları, yaşantısını  bilmedikleri kişiler  hakkında ''ben  sezgilerime  güvenirim  ve  hiç  yanılmam, galiba sen  şöyle  birisin'' tarzında  bir söz  işittim  bu  gün.  Kendi  içinde  bile,  çelişkili,  tutarsız  bir  söz. Hiç  yanılmazmış  ama  galiba  diye  de  ekliyor. Bu  söz  benim  yıllardır  tanıdığım,  insanlığına  da dürüstlüğüne  de  söz  söylenmemesi  gereken  birine sarfedildi.  Olayın  ayrıntılarını  anlatmadan  anlamanız  olanaksız  ama konunun  özü  bu.;

Bir  etkinlikte birbirleri ile  ilk  kez  karşılaşmış  insanlardan  biri, benim  tanıdığım, gerçekten üstün  özelliklere  sahip,  kültürlü  ve  özverili  arkadaşımı  eleştiriyor,  bunu yaparken  de  sezgilerine dayalı  olarak bu  teşhisi  koyduğunu  söylüyordu. Ama o  çok  güvendiği  sezgileri,  durumun onun  algıladığı  gibi  olmadığını  gösteremeyen  beş  para  etmez  sezgilerdi. Arkadaşım  her  zamanki  olgunluğu  ile  ama  incinmiş  olarak ona   yanıldığını, hiç  tanımadığı  insanlar  hakkında  önyargılı  olmanın  yanlışlığını  söyledi. Diğeri  hala  ''ben  yanılmam,  öyle  hissediyorum''  diyordu.

Be  öküz  kadın, hangi  verilere  dayanarak,  tanımadığın insanlar  hakkında fikir  yürütüyorsun? '' Ben  öyle  olduğunu  hissettim''  demekle olur  mu? Sen  kim  oluyorsun da  sırf  hislerine  göre  bilir kişilik  yapıyorsun? Bana  öyle  geldi  ki, çağdaş  görünümlü  arkadaşımı kendi  ölçütlerine  göre  değerlendirip  böylesine basit  bir  düşünce  tarzı  ile  üzmeye  çalışıyordu  çok  bilmiş  türbanlı  kadın. Her  türban  takanın  böyle  düşündüğünü  ve  yaptığını  söyleyemem  ama bu  kadın  gibiler  de  var  maalesef.




.

2 Ekim 2010 Cumartesi

Dünya Yalnız Biz İnsanlara Ait Değil!

''Hayvanları Koruma Yasası olarak bilinen 5199 sayılı kanunun, acilen değişmesini istiyoruz. Hayvana yapılan şiddetin, işkencenin, idari para cezası karşılığı geçiştirilmesini istemiyoruz! Hayvanlara karşı işlenen tüm haksız fiillerin, "ceza hukuku kapsamına alınmasını", şiddet uygulayan suçluların, mahkemelerde yargılanarak gerekli cezaları almalarını istiyoruz.

Toplumdaki en zayıf halkaya yönelttiğimiz şiddet, aslında hepimize yöneltilmiştir.

Gözlerimizi kapayarak, "Önce insan hakları" diyerek bu sorumluluğumuzu üzerimizden atamayız. Çünkü hayvana işkence, aynı zamanda bir insan hakları ve etik sorunudur.

Soruyoruz: Onların hakkını savunacak mekanizmalar çalışmadığı sürece, Türkiye uygarlık düzeyine
ulaşabilecek mi?''


Bu  paragraflar Haytap  Hayvan Hakları Federasyonu Web sayfasından  alıntıdır. Başka söze  gerek  var  mı?

16 Eylül 2010 Perşembe

Nalet Suratlı Yaşlı Kadın

Ne yazık ki terbiyeli  ve  saygılı  insanların  değeri  bilinmiyor.

Pazarda rastladım onlara. Genç olanı,  alışveriş arabasını hareket  ettirince yaşlı  olan öfke  ile  döndü  ve çemkirdi. Oysa çarpma  hatta  dokunma  bile olmamıştı. Yaşlı kadın ''Dikkat  etsene  bana  çarpıyordun,  önüne  bak!'' diye azarladı kadını.

Genç olan:
- Dikkat ediyorum,  size  dokunmadım  bile, yine de  özür dilerim.
dedi.
Diğeri böyle  kibarca  karşılık  verilmesine daha  da  kabalaşarak  yanıt  verdi


- Uzatma ! Dikkat  ediyormuş, hıh! Konuşuyor  bir de,
ben  yaşlı  bir  insanım, düşerim  müşerim,  diye  söylenmeye  devam etti.

Genç kadın:
-Allah  korusun, ama  ben  zaten  dikkat  ediyorum, çarpmadım ki,
  deyince,  yine  azarlandı.:
-Uzatma dedim sana!
diyerek suratını  iyice  nalet  bir  şekle  soktu  ve gözlerim o an genç  kadının  yüzüne  takıldı. Öyle  incinerek  bakıyordu  ki,  gözleri  dolu  dolu  oldu,  yutkundu  ve  bir  şey  söylemeden uzaklaştı. Belli ki  günü  zehir olmuştu. Benim  de o  an  içim cız etti. Zarar vermediği halde  özür dileyen, yaşlı  cadıyı  rahatlatmaya  çalışan, içtenlikle ''Allah  korusun'' diyen bu  insan  bu  şekilde azarlanmayı  hiç  hak etmemişti.
Eğer  o  yaşlı kadının  karşısında ''Ne  konuşup  duruyorsun  bunak!'' diyen  terbiyesiz  biri  olsaydı  o  kadından  o  davranışları  görmezdi  ama yine  de  doğru  olanı  yaptı. kutluyorum kendisini. Diğerine  gelince, nefretle kınıyorum  böyle  insanları, hangi yaşta olurlarsa olsunlar.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Ülkem Nereye?

Bir zamanlar, halk seçtiğini bir kalkanın üstüne oturtarak havaya kaldırır ve kral diye selamlardı. Ve neden ‘kralların sayısız gözleri, milyon tane kulağı, upuzun elleri ve pek hızlı ayakları’ olduğu söylenir? Hep Argos’a, Gerien’e, Midas’a ve ozanların övdüğü daha başkalarına benzedikleri için mi? Hiç de değil, bu söz devletin iyiliği için gözlerini, kulaklarını, olanaklarını, yetkilerini krala ödünç vermiş olan bütün halktan ötürü söylenmiştir.
Halk kralı yüzüstü bırakıversin, hemen yere devrilir; eskiden kulağı ve gözü pek üstün görünürken, güçlü olabilecek en iyi durumda bulunurken, böyle görkem içinde yüzerken, bir anda kötüler ve pek zebun düşer.”

Stephanos Junios Brutos






Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar,
dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar.
(MONTESQUİEU)

7 Eylül 2010 Salı

Asalaklar

Kendine ve başkalarına  saygısız pis asalaklar. Sayı olarak çok da az değilsiniz  ne yazık  ki. Bir  bardak  çay, bir sigara  için bile şaklabanlık  yaparsınız. Sizi  yedirip  içirecek  insanların yanından  ayrılmazsınız  ama   nedense  eliniz  hiç  cebinize  gitmez. Siz  ödemek  ister  gibi  yapıncaya  dek  görgülü  insanlar  çoktan  öder  hesabı. Üstelik  böyle  olunca,   gözlerinizdeki  parlamayı  saklayamazsınız bile.
Ne yapar  eder  kendinizi davet  ettirirsiniz. Yer  içersiniz de  aklınıza  ''ben de beklerim'' demek  gelmez. Balkonunuzda  kahvaltı ederken  size  selam  veren  bir  tanıdığınıza ''buyrun birlikte  kahvaltı yapalım'' diyecek  inceliğiniz  yoktur  sizin. İncelik bir yana, ödünüz  kopar gelir  de  bir  fincan  çayınızı  içer  diye ama  siz böyle  bir  daveti  hiç  geri  çevirmezsiniz. İhtiyacınız  olsa  bu  kadar  batmazdı asalakça davranışlarınız. Gerçi  onurlu  insan  ihtiyacı  olsa bile  yapamaz  sizin  yaptıklarınızı. Öylesine  sıkıldım  ki  bu  tür davranışlarınızdan,  sizleri  yakınımda  görmek  istemiyorum. Sizleri  yedirip  içirmektense  sokaktaki hayvanları  doyururum. Öylesine  içten  ve  minnetle  bakıyorlar  ki  gözlerimin  içine. Üstelik  tok  oldukları zaman  yemiyorlar  bile.

Sınav Rezaleti

Rezil  eğitim  sistemimizin baş  belası  sınavlar hayatın  her alanında  uygulanıyor  ülkemizde. İnsanların  yaşamını  belirleyecek türde  önemli  bazıları. İnsanların  ileri  eğitim alıp  alamayacakları, alanlarıı,  meslekleri,  kadro  alıp  alamıyacakları, sürücü  olup  olamayacakları sınavlarla belirleniyor. Adam  gibi,  layıkı  ile  uygulansa amenna. İşte  son  yaşananlar. Koca  koca  sorumlu  kuruluşlar  ve kariyer  sahibi  kişiler, utançlarını  itiraf  etseler  de etmeseler  de koca  bir  ayıp  ve ders  alınması  gereken  bir  durum  söz konusu.  Çünkü  uyanıkların  ve  çıkar  elde  edenlerin  kat kat  fazlası  mağdurlar  var.  Utanın  ve  düzeltin  yanlışlarınızı. Yaz  boz  tahtası  yaptığınız  eğitim  sistemini çağdaş  ve  adaletli  bir  sisteme  dönüştürmek  için  ne  gerekiyorsa  yapın. Politik  hesaplarla oraya  gelmiş  olanları değil,  yeterli  donanıma  sahip  insanları  bakan  olarak  görmek  istiyoruz. Gerçi bu  zihniyetin  donanımlısı  da milletin  hayrına  değil  başka amaçların  hayrına  çalışır  ama   mevcut  olanlar olabileceklerin  en  kötüsü..

2 Eylül 2010 Perşembe

Tarihin En Ünlü Söylevlerinden Biri


 Aynı zamanda  asker olan İngiliz devlet adamı ve  siyasetçi  Oliver Cromwell, birbirleriyle klik çatışmaları ile vakit geçirip hiçbir siyasi karar alamıyan, hatta yeni parlamento üyelerini seçimi konusunda da bile bocalayan Parlemento'yu 20 Nisan,1653de 40 tüfekli asker getirerek bir söylev verdikten sonra feshetmiştir. Bu söylevin sözleri şunlardır:

Acele Edin ve Defolup Gidin......'Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim. Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şey!! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok? Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrınız olmuş! Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı.. Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrının kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz! Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. Siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı! Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize! Şimdi derhal defolun!!! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin, gidin!Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!..

1 Eylül 2010 Çarşamba

Sabah Haberleri

Sabah  haberlerini  izliyorum  Tv'den  içim  kalkarak. Bir  fincan  çay  zehir  oluyor  sanki. ''Nasıl  bir  ülkede  yaşıyoruz,  insanlarımız  ne  hale  gelmiş?''  diye kahroluyorum. Hemen  hemen  hiç  iç  açıcı  bir haber  yok.

16  saat  aralıksız  çalışan  işçinin  evet  içerikli  pankartı  yenilerken  kuleden  düşüp  ölmesi  çok  acı. İki  çocuklu  geçim  sıkıntısı  içindeki  işçi  ailesinin  dramı  çok  da  alışılmadık  değil.

Bir  kadının  kuyumcuyu  soyması, yine  bir  yaşlı  kadının  çöp  ev  haline  getirdiği  evine  belediyenin  müdahalesi  sırasında  attığı  çığlıklar ..''Ben  bilim  kadınıyım,  evime  bu  şekilde  giremezsiniz'' diyor..Belli  ki  ruh  sağlığı  yerinde  değil.  Bunlar  nisbeten  katlanılabilir  türden  haberler.

Dağdan  inip bir  keçiye  tecavüz  eden  insanı  anlatıyor  spiker,  görüntüler  eşliğinde..Sahibi   kesip  hayvan  barınağına  vermekten  söz  ediyor. Zavallı  keçi  masum  masum  bakıyor. Ya  bu  insanlık  dışı  eylemi  yapan  sözde  insana  ne  olacak? Muhtemelen  hasta  olduğu  öne  sürülerek  beraat  edecek. İnsanlık  yerlerde  sürünüyor.


Sınırda  bir  yerlerde  bir  şahin  bulunuyor;  kaçakçılar  tarafından  gözleri  dikilmiş  durumda.  İnanılır  gibi  değil.  Gözleri  açık  olursa  geri  döner  diye  zavallı  hayvanın  gözlerini  dikmişler  canlı  canlı.  Bunları  yapabilenlere  insan  denir  mi?


Tüm  bunlar  sabah  haberlerinde  iletilenler.  Kim bilir  daha  neler  oluyor  ülkemde.  Ne  hırsızlıklar,  tecavüzler,  işkenceler.. İnsanın  ruh  sağlığını koruması  çok  zor  bütün  bu  olup  bitenler  karşısında.


Yasalar,  toplumsal yaptırımlar  vs. yeterli  gelmiyor  demek  ki. Eğitim ve güçlü  bir sosyal yapıya  ihtiyacımız  var.  Ayrıca tepkisiz  toplum  olmamızın  cezasını  çekiyoruz  belki  de. Bizimle  ilgili  olsun  ya  da  olmasın  çarpıklıklar,  yanlışlıklar  karşısında sessiz  kalmak  yerine  doğruyu  savunmak  ve  birlikte  hareket  etmek gerektiğini  unutmamalıyız.

Ülkemizde Sanat ve Sanatçı



Ülkemizde gerçek sanat ve sanatçı popülizme, arabesk ifadelere ve taklitçiliğe yenilmiş durumda ne yazık ki... Yani Atatürk'ün  sanata ve sanatçıya değer  veren  bir  ülke  olmamız  hayali  gerçekleşemedi.

Kanıtı mı?

Gerçek sanatçılarımız mutsuz.

Tv' de izletilenlerin yüzde doksanı popülizm, arabesk ve taklitçilik içeren yapımlar.


Kitap okuma alışkanlığımız yok. Kütüphaneleri, müzeleri, sergileri pek sevmiyoruz. Klasik  müziği, operayı , baleyi hemen hemen  hiç tanımıyoruz.


Sonuç olarak sanata ve sanatçıya değer veren bir toplum değiliz


Çıkıp sorun insanlara; kaçı bir ressamın, bir yontu sanatçısının, bir bestecinin adını söyleyebilir? Öte yandan sabun köpüğü dizilerin tüm (sözde) kahramanlarını eksiksiz sayan pek çok insan olacaktır. Elbette sanat ve sanatçıya değer verilmemesinin tüm vebali halka yüklenemez. Geçim sıkıntısı içinde olan , düşük eğitim düzeyli insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede sanatsever olmak pek kolay değil. Yine de bilinçli bir eğitim ve kültür politikası ile ve medyanın doğru yönlendirmeleri ile daha kültürlü, sanata değer veren bir toplum olma yolunda başarılar elde edilebilir.

31 Ağustos 2010 Salı

Genlerle İlgili Anne Sevgisi Eksikliği-Kimerizm

Küçük yaşta  annesini  kaybeden  hatta  hiç  annesini  görmemiş, tanımamış insanlar  var. Parçalanmış  aileler  nedeni  ile  annesinden uzak  kalmış olanlar  da var.  Annesizliğin  ne  demek  olduğunu onlara  sormak  lazım. 


Bir  de  çocuğu ile birlikte  olduğu  halde sevgi  duyamayan  anneler  var ki, bu apayrı  bir konu. Bu  konu  ile  ilgili  yapılan  bilimsel  araştırma  sonuçlarından  söz  eden  bir  yazı  okudum.


NE İÇGÜDÜ NE HORMONLAR...ANNE SEVGİSİNİN DOZU GENLERLE İLİNTİLİYMİŞ
Prof. Dr. Demirhan şöyle devam ediyor:
ÇOCUĞUNU SEVEMEYEN ANNELER VAR
  “Dünyaya getirdiği çocuğunu sevemeyen, hatta nefret eden anneler var. Böyle bir anneye doku testi uyguladık. Bütün dokulardan örnekler alarak DNA’larını karşılaştırdık. Annenin kimerik olduğu, yani kimerizm gösterdiği ortaya çıktı. Kimerizm, döllenmiş iki yumurtanın birleşmesi ve ikiz yerine tek bebeğin doğması sonucu ortaya çıkıyor. İki yumurta birbirine temas ediyor, yumurta zarları eriyor ve iki yumurta birleşip tek bir beden içerisinde farklı DNA ve farklı iki ikize ait olan organ ve dokuları bulunduruyor.”

GENETİK YAKINLIK UZAKLAŞTIKÇA SEVGİ AZALIYOR
“Bu durum sonucunda dünyaya gelen bebek kadının doğmayan ikizinin DNA’sını taşıyabiliyor. Dolayısıyla anne doğurduğu çocuğun biyolojik annesi olabiliyor ama gerçek genetik annesi olmuyor. O bebek ikinci ikizine ait olan yumurtalıkta geliştiği için anne onu reddediyor. Genetik birliktelik ve birebirlik olmuyor; yani genetik yakınlık uzaklaştıkça sevginin dozu azalıyor.”


PSİKİYATRİK VAKA DEĞİL
“Bu durum ilk bakışta psikiyatrik vaka olarak düşünülüyor. Kesinlikle hepsi psikiyatrik vaka değil. Hamilelik sırasında annenin geçirdiği ya da doğum sırasında çocuğunun karışması gibi çeşitli travmalara bağlı olarak değil, kısacası reddetme duygusu değil.

Şöyle bir gerçek var ki: Bu durum hem anne için, hem de bebek için zor ve her ikisinde de ruhsal sorunlara yol açıyor. Anne kendine sürekli ‘Neden sevemiyorum?’ sorusunu sorarken, çocuk da sevilmediğini hissederek anneden uzaklaşıyor.

Bu tür annelerin mutlaka genetik analizleri yapılarak kimerik olup olmadıklarının ortaya çıkarılması gerekiyor. Daha sonra psikiyatrik tedavi almaları gerekiyor. Kimerik annelere ücretsiz danışmanlık veriyoruz Sonuç olarak anne bunu kabullenerek, çocuğuna ısınabiliyor ve ömür boyu depresyon ilaçları kullanmak zorunda kalmıyor.”



İşte  böyle zor  bir  durum. Çocuk  için de anne için de...


Anne sevgisi eksikliğinin yol açtığı "sevgi açlığı" erkek ve kız çocuklarda aynı şekilde kendini göstermekte; ilgi ve sevgiye muhtaçlık  fakat kendisine yönelen hiçbir sevgiden  tatmin olamama. Anne sevgisinin önemi bu kadarla da kalmıyor. Çocukluk çağında anneden yeterince ilgi ve sevgi görememiş gençler yetişkinlik çağında "sevme engelli" olma riski ile karşı karşıya bulunuyorlar. Kimerik annelerin durumu ise kolay değil.       Sonuçta  az çok bilgilensem de  bu konuda merak ettiğim hususlar  var. Kimerik bir annenin  birden  çok çocuğu varsa, tüm çocukları  için geçerli mi  bu hastalığın etkileri? Yani her  çocukta genetik yanlışlık ortaya çıkıyor mu ?  Bir  de  aralarında  hiç kan bağı  olmadığı  halde  evlat  edindikleri  bebekleri canından  çok seven annelik eden  kadınlar var. Bunların  durumu  sadece  psikolojik annelik  özlemi  midir? Elbette bana göre sevgisiz  öz  anneden  daha muteber  böyle  anneler.  Ve  ne yazık ki, çevremde sevgisiz  anneler var. Kimerik olup  olmadıklarını  bilmesem de, gördüğüm kadarı ile sevgisiz  annelerin, fiziksel  bakımını  yapsalar  bile   ruhsal olarak çocuklarına  ne  denli  zarar  verebildiklerini, onları  nasıl  yaralayıp  sorunlu,  özgüven eksikliği olan bireylere  dönüştürdüklerini biliyorum.   

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Bu Ülkenin İnsanı

Sabah  haberlerini  izliyorum  tv den.  Ülkemin  dört  bir  yanından haberler.

Bir  Kore  gazisi katıldığı  törenden  sonra  evine  dönüş  parası  olmadığı  için  utanarak  askerlerden  para  istiyor..

Hastaneye gelen  beş  aylık  hamile  kadın '' bir  şeyin  yok ''  denilerek evine  gönderiliyor. Gece  tekrar  rahatsızlanınca  aynı  hastaneye götürülüyor  eşi  tarafından. Bebeğini  kaybediyor ve  cenin bir  naylon  poşete  konularak babaya  veriliyor...

Dört  küçük  çocuk  terkedilmiş  bir  evde,  derin  dondurucuda  boğulmuş olarak  bulunuyor...

Yerler  ve  kişiler  önemli  değil.  Her  biri  bu  ülkede  ihmal  ve insan  yaşamının  değersizliğinin  kanıtı olaylar.  Benzerlerini  her  gün  duyduğumuz  okuduğumuz  türden  haberler.

Kelebek Filozof

Felsefi Taoculuğun ikinci ismi olan Chuang-Tzu'nun milattan önce 4.yüzyılda yaşadığı bilinse de tarihler konusunda net bir bilgi yok.


huang-Tzu yaşam felsefesi nedeniyle sosyal alanda aktif rol almayı reddetmiş ve bir fidanlıkta bahçıvanlık yaparak mütevazı ve yoksul bir yaşam sürdürmeyi yeğlemiştir. Söylenceye göre kendisine başbakanlık bile önerilmiş, ancak o, özgürlüğünü korumak adına bunu elinin tersiyle geri çevirmiştir, ki bu davranışı sonraki yıllarda Çin felsefe adamları tarafından sorumsuzluk olarak değerlendirilecekti.


Ve ona "kelebek filozof" da denmesine neden olan mesel:

Chou (Chou, Chuang-Tzu'nun asıl adı), bir gün kelebek olduğunu gördü düşünde... Sevinçle kanat çırpan, mutlu, Chou diye birinden haberi bile olmayan bir kelebek... Uyanıverdi birden, işte yeniden Chou olmuştu....

Düşündü,

"Acaba Chou mu gördü kelebek olduğunu düşünde, yoksa kelebek mi Chou olduğunu düşleyen...?"


* Bilebileceğimiz bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimizdir ve az bilgi tehlikeli bir şeydir.

* Bütün herşeyin orijini doğadan gelir ve tekrar doğaya döner.

* Rüyamda bir kelebek olduğumu mu gördüm,yoksa şu an insan olduğunu düşleyen bir kelebek miyim;bilmiyorum.

KPSS Soruları Çalındı mı?

Bu ülkede sorunsuz ve şaibesiz bir sınav yapılamaz mı?

800 bin adayın katıldığı KPSS’nin sonuçlarına göre 500’ün üzerinde katılımcının eğitim bilimleri sınavında 120’de 120 net çıkarması tartışma konusu oldu. Nasıl olmasın? , 2009’da yapılan KPSS’deki sınav birincisinin bile tüm soruları doğru yanıtlayamadığını biliyoruz. Bir yılda bu ne büyük değişim? Geçen yıla göre sorular kolay olsa bile bu sonuç düşündürücü. Açıklamalar ise yetersiz, ikna edici olmaktan uzak. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, “KPSS’ye ilişkin yapacağım bir açıklama yok, bu yüzden bu konuda görüş belirtmek istemiyorum” diyerek soruları yanıtsız bırakırkıyor. Bazı yetkililerin açıklamaları ise gülünç ve kesinlikle yeterli değil.

Öte yandan gece gündüz çalışarak çok iyi hazırlanıp tüm soruları yanıtlamış ya da çok az yanlış yanıt vermiş adaylar da olabilir. Bence asıl o kişiler sınavın iptali ve yinelenmesinden yana olmalılar. Çünkü edinilen bilgiler yalnızca bir sınava yeterli olacak kadar sınırlı değil elbette.

Malzemesi insan , amacı da kaliteli insan yetiştirmek olan eğitim alanında bu tür çarpıklıklar oluyorsa, ülkemizde pek çok alanda sıkıntılar yaşanmasına şaşırmamak lazım. Hırsızlık ve adam kollama anlamına gelen, düzmece sınavlarla belirlenen başarı düzeylerine göre yapılan atamalarla hangi erdemli öğretmenleri göreve gönderecek bakanlık?

Şeytanın Yaz dedikleri



Şeytanın gör dedikleri...Klişe bir laf. Görenler görüyorlar zaten. Ama kaçımız dile getiriyoruz gördüklerimizi? ''Kaçımız dile getirebiliyoruz? '' demek daha doğru. Suskunluğumuzun nedenleri pek çok. Yalnızca yadsıdıklarımızı ve rahatsızlıklarımızı  değil, mutluluklarımızı, sevgilerimizi de dışa  vuramıyoruz çoğu  kez. Sosyal, psikolojik, kişisel vb. nedenlerle ya susuyor, içimize gömüyoruz ya da düşündüğümüzden farklı ifade ediyor ve davranıyoruz. Kişiliği ile çatışmalar yaşayan sindirilmiş bireylere dönüşüyoruz.

Şeytanın Yaz Dedikleri'nde, okunma, izlenme kaygısı yok. Dolayısı ile belli bir hedef kitlesi de yok. Yalnızca dile getirme söz konusu. Çöpe (içimize) atacağımıza burada olsunlar düşüncesi ile oluşacak. Maskeler takılmadan, dışlanma, yadırganma ya da beğenilme, alkışlanma, nezaketli olma kaygıları güdülmeksizin ifade..Tek kaygı ''haksız yere eleştiri yapılıyor olunabilir mi?'' düşüncesi olabilir ama zaten buraya düşen konular gün gibi ortada olan yaşamın gerçekleri olacağından zayıf bir olasılık olacaktır bu. Zaten amacım yalnızca olumsuzlukları dile getirmek değil. Keşke olsa da güzelliklerden söz edebilsek. Neyse, başlayalım bakalım.