31 Temmuz 2011 Pazar

Modern art



Kirli tuvalet kapağı,
Durmadan kusan blumik kızlar,
Her türlü vücut parçaları... Sağa sola boş gözlerle bakan mutand benzeri tipler, çiş kaka çağrıştıran figüratifler.

Modern sanatın bazı ögeleri bunlar. Bence sakıncası yok, sanatsa sanattır ama her zaman midem kaldırmayabilir.
Örneğin bu bir sanat gösterisi.
DEVAMI BURADA

28 Temmuz 2011 Perşembe

Sadece konuşuruz


Uzmanız biz. Yani çoğunluğumuz öyle!
Eleştiri uzmanı...
Benlik şişmesinden kof, amaçsız bir şekilde yalnızca laf üretmekle öylesine meşgulüz ki; bir şeyleri düzeltmek için bir şeyler yapmak aklımızın ucundan geçmez.

Eleştiride, başkalarını suçlamakta uzmanız. Bakın çevrenize;
hemen herkesin söyleyecek sözü vardır etraftaki olumsuzluklar için. Başkalarının yaptıkları, davranışları, yaşam tarzı yüzündendir kötü giden durum.. Çevre pis, insanlar düzensiz, saygısız, değer bilmez, acımasız vs. vs.. Peki bu insanlar kim??? Biziz...

24 Temmuz 2011 Pazar

Yazık oldu Amy'ye.... Amy Winehouse Öldü!


İngiliz şarkıcı Amy Winehouse'un evinde ölü bulunmuş İngiliz haber ajansı Press Association (PA), 27 yaşındaki Winehouse'un Londra'nın kuzeyindeki evinde ölü bulunduğunu aktarmış.

Londra polisi, alkol ve uyuşturucu bağımlısı olduğu bilinen ve birçok defa tedavi gören Winehouse'un ölümünü doğrularken, ölüm nedeninin henüz bilinmediği açıklanmış.
Eşsiz sesini ve güçlü yorumunu özleyeceğim....

AMY WINEHOUSE-YOU KNOW I'M NO GOOD from FACEVID on Vimeo.

22 Temmuz 2011 Cuma

Elsa ile Aragon


Yüzyılın  en  büyük  aşkları denilince  ilk  aklıma  gelendir  onlar....
Moskova'da, 1896'da doğan  Elsa Letonyalı bir Yahudi  ailesinin  kızıymış.   İç  mimarlık  okumuş. 1917 devriminden bir yıl sonra Moskova'da görevli Fransız  subayı Andre Triolet  ile Paris'te  evlenmiş.  Evliliği  yalnızca  iki yıl  sürmüş.
Ve bir gün... La Coupole lokantasının barında, Louis Aragon ile göz göze gelmişler. Aragon, Elsa'dan ; Elsa, Aragon'dan  çok  etkilenmiş.. Sanıyorum gözleri  ile  konuşmuşlar. Birbirlerine bakarken kendilerini görüyorlardı belki. Boşuna yazmadı herhalde Aragon, "Elsa'nın gözleri..." şiirini.
Aragon  son  yüzyılın en büyük ozanlarından.  Dada ve sürrealizm sanat akımlarının öncülerinden, yazar, şair  ve eleştirmendi.  1939’da  evlenen  çift  gerçek  anlamda  bir  efsane  olmuş. Montparnasse'daki Istria oteli  aşk  yuvaları  olmuş. O yıllarda şair, yazar  çizer takımı otellerde yaşarmış daha çok. Ama  bir  yuva  özlemi  duymakta  olan  biricik  aşkına   orman  içinde  bir  ev  vermek  istemiş Aragon. ‘’ Benim  küçük  öksüzüm’’  dediği kadını  mutlu  etmek  en  büyük  amacı. Dostları fotoğrafçı Cartier Bresson'dan  altı  hektarlık  bir  orman içinde  eski  bir su  değirmeni satın  almışlar.  İç  mimar  olan Elsa  döşemiş  değirmenden bozma evi.
Picasso, Fernand Leger, Pablo Neruda, Paul Elouard, François Nourrissier, Jean Richard Bloch, değirmenin sürekli konuklarıymış. Hatta Abidin Dino ve Nazım Hikmet de geçmişler değirmenden.
16 Haziran 1970 günü, Elsa gözlerini dünyaya kapamış. "Kızıl At"ın sayfalarına yazdığı gibi, değirmenin bahçesine gömülmüş. On iki yıl sonra Aragon da yanına gelmiş. İki aşık, özel bir yasayla o bahçede yatıyorlar artık.
Ünlü değirmenin içinde, zaman Elsa'nın öldüğü gün durmuş gibi. Aragon'un mor kravatı bir etajerin üstüne atılmış. Kravatın yanında Pablo Neruda'nın onlar için düzenlediği fantezi bir aşk mönüsü var. Dışarda ise Rostropovitch'in, Elsa bahçeye gömülürken çaldığı Bach müziği ve Elsa'nın çok sevdiği bülbül sesleri duyuluyor hâlâ.
ELSA'NIN GÖZLERİ
 
 Öyle derin ki gözlerin içmeye eğildim de
Bütün güneşleri pırıl pırıl orada gördüm
orada bütün ümitsizlikleri bekleyen ölüm
Öyle derin ki her şeyi unuttum içlerindeUçsuz bir denizdir bulanır kuş gölgelerinde
Sonra birden güneş çıkar o bulanıklık geçer
Yaz meleklerin eteklerinden bulutlar biçer
Göklerin en mavisi buğdaylar üzerindeKaranlık bulutları boşuna dağıtır rüzgar
Göklerden aydındır gözlerin bir yaş belirince
Camın kırılan yerindeki maviliğini de
Yağmur sonu semalarını da kıskandırırlarBen bu radyumu bir pekbilent taşından çıkarttım
Benim de yandı parmaklarım memnu ateşinde
Bulup yeniden kaybettiğim cennet ülke
Gözlerin Perumdur benim Golkondum, Hindistan'ımKainat paramparça oldu bir akşam üzeri
Her kurtulan ateş yaktı üstünde bir kayanın
Gördüm denizin üzerinde parlarken Elsa'nın
Gözleri Elsa'nın gözleri Elsa'nın gözleri.
ARAGON
ELSA'YA ŞİİRLER 
 Sana büyük bir sır söyleyeceğim
Zaman sensin
Zaman kadındır ister ki
Hep okşansın diz çökülsün hep
Dökülmesi gereken bir giysi gibi ayaklarına
Bir taranmış
Bir upuzun saç gibi zaman
Soluğun buğulandırıp sildiği ayna gibi
Zaman sensin uyuyan sen şafakta ben uykusuz seni beklerken
Sensin gırtlağıma dalan bir bıçak gibi
Ah bu söyleyemediğim işkencesi hiç geçmeyen zamanın
Bu durdurulmuş zamanın işkencesi mavi çanaklarda kan gibi
Bu göz susuzluğundan sen yürürken odada
Bense bilirim büyüyü bozmamak gerektiğini
Daha beter seni kaçak
Seni yabancı bilmekten
Aklın ayrı bir yerde gönlün ayrı bir yüzyılda kalmaktan
Tanrım ne ağırdır sözcükler Asıl demek istediğim bu
Hazzın ötesinde sevgim hiçbir zararın erişemeyeceği yerde bugün sevgim
Sen ki benim saat-şakağımda vurursun
Boğulurum soluk alıp vermesen
Tenimde bir duraksar ve yerleşir adımın
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Her söz
Dudağımda bir dilenen zavallı
Acınacak birşey ellerin için kararan birşey bakışının altında
İşte bu yüzdendir sık sık seni seviyorum deyişim
Boynuna takabileceğin bir tümcenin o parlakca kalp kristali
Kaba konuşmamdan gücenme benim Bu konuşma
Ateşte şu tatsız cızırtıyı çıkaran sudur o kadar
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Bilmem ben
Sana benzeyen zamandan söz açmayı
Bilmem senden söz açmayı bilir görünürüm
Tıpkı uzun bir süre garda
El sallayanlar gibi gittikten sonra trenler
Bilekleri sönerken yeni ağırlığından gözyaşlarının
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Korkuyorum senden
Korkuyorum yanın sıra gidenden Pencerelere doğru akşam üzeri
El kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
Korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan korkuyorum senden
Sana büyük bir sır söyleyeceğim Kapat kapıları
Ölmek daha kolaydır sevmekten
Bundandır işte benim yaşamaya katlanmam
Sevgilim.
ARAGON

21 Temmuz 2011 Perşembe

Bu şansı yakalayan çok az!

Kapınızın  önüne  bir  kap  su  koyun  ve lütfen  bunu  sık  sık  yapın.  Bir  kaç  yudum  su  ile  hayat  verin  olara..

17 Temmuz 2011 Pazar

Ressamın Dramı / Biz Bu öyküyü Daha Önce de Okumuştuk



Adı Hasan Hüseyin Gül. O Eskişehirli bir sanatçı. 59 yaşında. Balıkesir’in Ayvalık ilçesinde, belediyeye ait akaryakıt istasyonunun arkasında iskele yanına yaptığı derme çatma barakada 7 yıldır sefaletle boğuşuyor. Bataklık ve sazlık bir kumsalda ağaçlara tutturduğu tentenin altına yerleştirdiği birkaç parça eşya ile hayatını sürdürüyormuş. Kimseden yardım kabul etmediği, şimdiye kadar devletin kurumlarından da talep etmediği için herhangi bir yardım görmediği anlatılmış yerel gazetede.
Gırgır teknelerinde günü birlik iş bulduğunda çalıştığını ve buradan kazandığı paranın bir bölümüyle de boya ve fırça satın alıp resim  yapmaya  devam  eden  Hasan Hüseyin Gül, Ayvalık'ta bazı kahveler ve evlere duvar resimleri çizerek  geçinmeye çalışıyormuş.
Gül'ün yaşadığı barakanın hemen yanında çalışan işçilerle dostluk kurduğu ama genel anlamda içe dönük ve yalnız yaşadığı anlatılanlar arasında.

Daha önce Eskişehir’de, Yunanistan’da cami ve kiliselerin restorasyonlarında çalışmış.

Sanatının  gerçek  boyutu  hakkında  hiç  bir  fikrim  yok  ama  bu  çok  da  önemli  değil..  Önemli olan  üretmeye  ve  paylaşmaya  yatkın  bir  insanın kendini  toplum dışına itmesi  ve  itilmesi  olayı..

Bu olay bana yıllar önce yine bu durumda yaşayan bir başka sanatçıyı anımsattı. Ergüder Yoldaş’ı..70 ve 80'li yılların çok önemli bir bestecisi. Türk popunun tıkandığı 80'lerde, makam müziğiyle popun en iyi, en rafine bileşimini yaratan bir sanatçı. Uluslararası yarışmalarda birincilik ödülleri var . İstanbul Şehir Tiyatroları ve İstanbul Festivali direktörlüğü yaptı. Bu parlak kariyerli müzisyen bundan yıllar önce toplum yaşamından her anlamıyla vazgeçerek Büyükada'nın arkasında sapa bir yerde, plastik ve ambalaj kutularından derme çatma bir kulübede tek başına yaşamaya başlamıştı . Müzikten ve müzikle ilgili çevrelerden elini eteğini çekivermişti.. Onu belleğimizden artık tamamen silmişken, birdenbire TV ekranlarında Robinson kılığında görünce, pek çok kimsenin içinde bir burkulma, dayanılmaz bir rahatsızlık duygusu oluştu ama o kadar… Ruh sağlığı ile ilgili yorumlar yapıldı. Uzman olmayan kişilerce konulan tanı gerçek durumun ne denli yakınında ya da uzağında olursa olsun, topluma düşen sahip çıkma ve sanatçıyı olması gereken konuma taşıma görevi pek önemsenmiyor. Gizlenmeye çalışılsa da tiksinme ve bir sanatçıyı bu durumda görmenin verdiği kınama hatta suçlama duygularının ortaya çıkmasından öte değil bizim toplumsal tavrımız. Öyle ya, o yetenekli bir sanatçıdır, böyle saçma sapan bir yaşam biçimini benimsemişse onun için üzülmeye değmez.. Ya da akıl hastası falan olduğu vurgulanıp şefkat duygularını ortaya çıkaracak popülist yazılara, reyting amaçlı tv. programlarına malzeme edilebilir. Oysa hangi nedenle olursa olsun, bu durumdaki bir sanatçıyı bulunması gereken konumuna , üretebileceği ortama döndürmenin yolları değil bunlar. Yoldaş’ın münzevi yaşamı şu an bitmiş görünüyor. O’nu sözüm ona kurtarma çabaları, ayrı bir yazı konusu olur. Çünkü yapılanlar oldukça ironik ama sonuçta şu an kendisine inanan, değer veren , gerçekten babası gibi seven bir öğrencisi ile mütevazı bir yaşamı paylaştığını ve müzik çalışmalarına dönme çabası içinde olduğunu okudum bir yerlerde...

Aslında onlardan çok var; parkta, bulvarlarda, kıyıda köşede, yaşamın çarkları arasında kıyılmakta olan pek çok insan görmezden geliniyor. Nedenleri, geldikleri ortamlar, eğitim düzeyleri vs çok farklı olsa da … Ancak hiç olmazsa böyle sanatçı kişiliği ile göze çarpabilenlerin bir şansı olmalı.. Çünkü onlar böyle bir çıkmaza girilebileceğinin  canlı kanıtları.

10 Temmuz 2011 Pazar

Anna Ahmatova

 
Taş bir sözcük düştü parçalandı
Henüz yaşayan göğsümde.
Zararı yok, ben zaten hazırdım.
Gelirim bunun da üstesinden.
Başımda işim çok bugün:
Belleği sonuna değin öldürmek gerek,
Taşlaşması gerek ruhun
Ve yaşamayı yeniden öğrenmek.
İşte… Yazın hışırdayan sıcak soluğu
Bayram gibi sarıyor pencereyi.
Ben çoktan sezmiştim bu
Aydınlık günü ve boş evi.
 
 
Anna AHMATOVA

7 Temmuz 2011 Perşembe

Riya Tabirleri ve 16 Ton

Güzel  bir web sayfası ile  tanıştım

RİYA TABİRLERİ
ULUSLARARASI UYANDIRMA SERVİSİ
http://www.riyatabirleri.net/  adresinden  ulaşabilirsiniz.

Bana göre, daha  tanıtım  yazısının  ilk  tümceleri  okuyunca  çekim  gücü  oluşturan  türden  bir site.

Ve öyle  bir  belgesel çalışması  sunuyor  ki,  konusu  insanlık  tarihi olan, izledikçe içine çeken, düşündüren  hatta iyice sarsan ironik  anlatımlı çok  güzel  bir  yapıt. Ümit Kıvanç hazırlamış. Adını  bir  zamanların  ünlü  parçasından  alan  belgeselin  film  müzikleri  de  bu  parçanın  farklı  versiyonları. Anlaşılır  dili, iç  sızlatan ironisi, görsel  teknikleri, müziği   ile farklı bir belgesel  olmuş.

''Serbest piyasa ve vicdan üzerine deneysel bir belgesel film.
Tasarım ve hammaliye: Ümit Kıvanç.''  diye  tanıtılmış.
BURADAN İZLEYİN