Sabah gazetede okuyunca ''Yok artık, daha neler!!'' diye sesli olarak konuştum kendi kendime...
İngiltere'de bir firma, 300 gramına 37 lira ödeyerek aldığı anne sütünden viski ya da kokteyllerin yanında servis edilen dondurma üretiyormuş..
Firmanın sahibi Matt O'Conner'ın dondurması şikayet üzerine Westminster Belediyesi tarafından incelemeye alınmış ama sonuçta sakıncalı bulunmamış..
Şu anda 14 kadının sütü kullanılıyormuş ve sırada bekleyen 200 kadın gerekli testlerden geçmeyi bekliyorlarmış.
Dondurmanın porsiyonu 20 sterlinden satılıyormuş.
''Satılıyormuş'' sözünü yazarken ne kadar antipati duyduğumu tahmin edersiniz. Para kazanma hırsı neleri kullandırıyor, görüyorsunuz. ''İnsanın yavrusuna hiç bir karşılık beklemeden verdiği anne sütü piyasaya düştü'' diye yazmışlar gazetede.
Süt verecek anneleri internet aracılığı ile verilen ilanlarla buluyorlarmış. Şimdi şaşırmaya devam; anne sütünden sonra iki şok edici projeleri daha varmış firmanın. Verdikleri ipucu ise, iki vücut sıvısı daha ...
Not: Haberin doğruluğundan şüpheniz varsa şu sayfaya bakın.
http://www.rockingfacts.com/ice-cream-made-from-human-breast-milk-on-sale-in-london/
31 Mart 2011 Perşembe
30 Mart 2011 Çarşamba
Anadolu Dervişi Victor Ananias
Victor’u tanımak için bu sayfayı görün.
http://www.bugday.org/portal/index.php
O’nu tv’de bir belgeselde görmüştüm ilk kez. Kaz Dağları’nda küçük bir köyde toprak ve doğa adamı olarak yaşayan biriydi. Sıradan toprak insanlarından ayrılan yönü ise hiç tanımadığı insanların hayatlarına çabaları ile katkıda bulunmasıydı. Çevresiyle bütünleşmesine, doğaya ve insanlara verdiği değerin göstergesi olan yaşam tarzına hayran kalmıştım.
Victor Ananias’tan söz ediyorum. Belki adını duyan vardır ama yaptığı işleri bilen var mı ? Ya bu Anadolu'nun alçak gönüllü dervişinin artık aramızda olmadığını bilen var mı? Televizyon kanallarında ana haber bültenlerinde , hele hele magazin ağırlıklı programlarda söz edilmediğine göre, olduğunu sanmıyorum. Ben de bugün bir gazetenin hafta sonu ekinde tarımla ilgili sayfasında okudum ve çok üzüldüm..
Türkiye'de yaşarken, zaman zaman dünyayı dolaşıyor, köyüne dönüp nasıl daha yaşanılası bir dünya oluşturabileceğimiz konusunda kafa yoruyor ve insanlara yol gösteriyordu bu genç adam.
Genetiği bozulmuş gıdalara karşı uzun yıllar mücadele etmiş. Yıllardır çıkarttığı Buğday dergisiyle, yaptığı aktivitelerle ve çeşitli dernek oluşumlarıyla organik tarımın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmış. Organik tarımı bıkıp usanmadan üretene, tüketene anlatmış. Organik ürünlerin insanlara ulaşması için gece gündüz çalışmış.
Yaşamını araştırınca şu satırlar çıktı karşıma:
''O bir Dünya vatandaşıydı
Ege'nin küçük bir köyünde erdemli bir yaşamın peşine düştü. Hayatını bu ideali yaymaya adadı. İlk mesleği aşçılık oldu. Yemekteki izlerin peşine düşerek dünyayı dolaştı. Ama ayakları onu hep Anadolu'ya götürdü. Ege'nin yeşil ve verimli toprakları Victor Ananias'a farklı bir sır fısıldıyordu. Victor bu sırrın peşinde koştu. Nereye giderse gitsin Anadolu'ya geri dönüyordu.
Hayatı boyunca organik tarımın insanlara ve topluma faydalarını anlattı. Çalışmaları, Buğday Derneği ile sınırlı kalmadı. Çok çeşitli dernekler kurarak tüketiciye organik ürünleri sundu.''
Victor gibi insanlar bu dünya için çok lazım. Ne yazık ki onu çok erken kaybettik. Toprak ve gönül insanı Victor, huzur içinde uyu!
5 Mart 2011 Cumartesi
Yeni Adres
siyahklavye.wordpress.com Blog adımız ve adresimiz değişti. Yeni tanışmış olsak da bekleriz efendim.
3 Mart 2011 Perşembe
1 Mart 2011 Salı
Galiba Burada Son Yazım
Güzel başlamıştı, çabuk bitti...
Az önce Sittirella ile yorum aracılığı ile kısa bir mesajlaşmamız oldu. Önerdiği gibi blog şablonumu değiştirdim. Hatta yine yorum olarak da belirttim, ''galiba boşuna olacak'' diye.
İzlediğim bir kaç blog sayfasını ziyaret etmek istedim, engellenmiş olduklarını gördüm. İçim sızladı. Deneyimli olanlar bloglarını yedeklemişler ve yeni adreslerine yönlendiriyorlar. Bazıları da (benim gibi) ne olduğunu tam anlamadan hiç hazırlıksız yakalanmışlar bu duruma . Benim üç beş paylaşımımın pek önemi yok, yeni başlamıştım yazmağa ama uzun süredir emek veren ve epeyce yol almış harika blog sayfaları vardı. Onlar için üzüldüm.Yazık oldu bunca emeğe.
Belki bu çarpık durum düzeltilir ilerde..Hoşça kalın....
Az önce Sittirella ile yorum aracılığı ile kısa bir mesajlaşmamız oldu. Önerdiği gibi blog şablonumu değiştirdim. Hatta yine yorum olarak da belirttim, ''galiba boşuna olacak'' diye.
İzlediğim bir kaç blog sayfasını ziyaret etmek istedim, engellenmiş olduklarını gördüm. İçim sızladı. Deneyimli olanlar bloglarını yedeklemişler ve yeni adreslerine yönlendiriyorlar. Bazıları da (benim gibi) ne olduğunu tam anlamadan hiç hazırlıksız yakalanmışlar bu duruma . Benim üç beş paylaşımımın pek önemi yok, yeni başlamıştım yazmağa ama uzun süredir emek veren ve epeyce yol almış harika blog sayfaları vardı. Onlar için üzüldüm.Yazık oldu bunca emeğe.
Belki bu çarpık durum düzeltilir ilerde..Hoşça kalın....
28 Şubat Süreci ile İlgili Anımsadıklarım
Necmettin Erbakan'ın ölümü ile çokça gündeme gelen 28 Şubat Kararları, o günlerdeki ve sonrasındaki siyasi ortam bu günkü gibi aklımdadır. 14 yıl geçmiş o günden bu güne. Hala ''ülkeye yararı olmuştur'' diyenler de var, ''demokrasinin altını oymuştur bu uygulamalar'' diyenler de. Ben yorum yapmadan, sade vatandaş gözü ile o günkü durumu aktarmağa çalışacağım;
O günlerde, Refahyol koalisyonu ülkeyi yönetirken, 28 şubat sürecine zemin hazırlayan bazı olaylar oluyordu. Benim anımsadıklarım:
1996 yılında Susurluk'ta yaşanan bir trafik kazası sonrası mafya, siyasetçi, polis ilişkilerini kamuoyu duymuş oldu.
Susurluk Olayı öncesinde mi, yoksa sonrasında mı tam olarak anımsayamıyorum, Başbakan Erbakan bazı Afrika ülkelerine resmi geziler yapıyor, İslam birliği adına süslü laflar ediyordu. Libya gezisi sırasında, bir çadırda Kaddafi'nin söylediği bazı aşağılayıcı sözlere tepki gösterememesi basının büyükçe bölümü ve muhalefet tarafından çok eleştirilmişti.
O günlerde Kayseri'nin Refah Partili Belediye Başkanı Şükrü Karatepe, parti toplantısında laiklik karşıtı söylemlerde bulunuyordu.''Süslü püslü göründüğüme bakıp da laik olduğumu sanmayın. Resmi görevim nedeni ile bugün bir törene katıldım. Başbakanın, milletvekillerinin, bakanların bazı mecburiyetleri var. Ancak sizin hiç bir mecburiyetiniz yok. Refah partili olarak yeryüzünde tek başıma da kalsam bu zulüm düzeni değişmelidir'' gibi sözler ediyordu. (O günün gazetesinden kesmiştim bu konuşmaya ait yazıyı)
Başbakan ise başbakanlık konutunda tarikat liderlerine ve şeyhlere iftar yemeği veriyordu.
Bir de Sincan Belediyesi Kudüs Gecesi düzenlenmişti o günlerde. Ayrıntıları çok iyi anımsamıyorum ama galiba İran büyükelçisi onur konuğuydu o gece. Sahneye laiklik karşıtı bir oyun konulmuştu.
O günlerde manşetlerden düşmeyen bir olay da, Aczimendi Tarikat lideri ile ilgili olarak bir anda meşhur olan Fadime Şahin adında bir kadının afişe edilmesiydi. Bundan söz etmeyeceğim; kolaylıkla olaylar hakkında bilgi edinebilirsiniz.
İşte 28 Şubat Kararları öncesi böyle günler yaşanıyordu. Basından merakla izlediğimiz, sonrasında da yıllarca açık oturumlara konu olan, siyasi tarihimizin önemli bir olayının sonrasındaki gelişmeleri de yazmağa çalışacağım.
Ne Zormuş Bir Şeyler Yazmak !
İçimizden geleni kağıda ya da elektronik ortama kuralsızca aktarmaktan söz etmiyorum. Gerçek anlamda yazar olabilmekten söz ediyorum.
Çok az sayıdaki izleyicilerimden Sayın Sittirella yorumlarında yazdıklarımı ilgi ile okuduğunu belirtme inceliğini gösteriyor. Doğrusu amatörce ve Sarah'ya duyduğum sevgi ve hayranlıkla yapmağa çalıştığım bu işi nereye kadar götüreceğimi de bilmiyorum. Her sabah ya da akşam daha önce yazdıklarıma bakınca öyle yanlışlar görüyorum ki, kendimi çok yetersiz hissediyorum. Çok iyi gözlemci ve dinleyici olmak yetmiyor. Yazdıklarımı her okuyuşumda anlatım bozuklukları, yazım yanlışları, yetersiz ifade gibi aksaklıklar görüyorum. Oldukça ağır bir sözcük işçiliği gerekiyor. Çünkü amatörce de olsa bu işler şakaya gelmez. Yapılacaksa mutlaka bir alt yapı oluşturulmalı, yazmanın incelikleri ve kuralları en mükemmel şekilde uygulanmalı. Yoksa ortaya konulanlar hiç bir değer taşımaz. Yetersiz anlatımlı, okuması yorucu sözcük yığınlarından öteye gitmez yazdıklarınız. İşte bu yüzden yazma işini kotarabilen gerçek edebiyat ustaları kalıcı olmuştur.
Sarah Lou ülkesinde iyi bir dil ve yazarlık eğitimi almış. Alt yapısı mükemmel. Bu açıdan ona imreniyorum. Bir gün bahçe sohbetlerimizden birinde yazma işinin zorluklarından söz ettik. Bana, iyi bir gözlemci olmanın ve dilbilgisi kurallarını bilmenin iyi bir yazar olmak için yeterli olamayacağını anlattı. Sözcüklerle yeni dünyalar kurabilecek kadar ustaca oynamanız gerektiğini, çok fazla okuyup okuduklarınızın hiç birinden yazma tekniği konusunda etkilenmeden kendi uslubunuzu yaratmanızın zorunluluk olduğunu söyledi.
Sarah Lou bir sohbetimizde Amerika'da yazarlık okulları olduğunu anlattı. Kendisi bu okullardan birinde bir süre öğretmenlik yapmış. Bazılarının akşam iş saatlerinden sonra eğitim verdiği bu okullarda pek çok insanın nasıl yazabileceğini öğrendiğini ve yaşamlarını değiştiren adımlar attıklarını söyledi. Bu okullarda öncelikle dilbilgisi konusunda eğitim alan insanlar gözlem yapmayı, bakmaktan çok görmeyi de öğreniyorlarmış. Ayrıca bir durumu ya da duyguyu en anlaşılır şekilde anlatma üzerinde pratik yapıp birbirlerinin yazdıklarını değerlendiriyorlarmış.
''Sözcüklerle oynamak, gereksiz olanları ayıklamak, eş ve yakın anlamlıları aynı tümcede kullanmamak , yalın ve anlaşılır yazabilmek aşama aşama kazanılan özellikler'' diyor. Bir yazıdaki sözcük çeşitliliği ve bunların doğru ve yerinde kullanılması belli başlı kıstaslardan biriymiş. Bir kitabı sınırlı sayıda sözcükle yazmak yetersizlik olarak değerlendiriliyor. Zengin anlatım için kelime dağarcığının zengin olması gerekiyormuş. Hatta bu konuda yapılmış araştırma sonuçları istatistik bilgi olarak saklanıyormuş. Her yazarın yapıtlarında kullandığı ortalama sözcük sayısı belirleniyormuş.
Elbette yetenekten de söz ediyor. ''Bazı insanlar yazar olmağa çok daha yatkın oluyorlar'' diye belirtiyor. Yetenek, zeka, dikkat ve birikim gerektiren bir iş yazarlık.. Bir de bıkmadan usanmadan yazıp mükemmel olduğuna inanıncaya dek üzerinde çalışmak gerekiyormuş.
Anlayacağınız çok çalışmam lazım çooooook..:))
Etiketler:
Sarah Lou,
Sarah Lou ve yazarlık
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)