29 Ocak 2011 Cumartesi
Ne de olsa insanız
Çevremizde olanları eleştirmek doğamızda vardır. Örneğin başkalarının giyimini, davranışlarını eleştiririz. Oysa herkesin giyim zevki ve olanakları bizim düşündüğümüz gibi olmak zorunda değil. Davranışları ise başkalarına ve çevreye zarar vermediği, kötü örnek olmadığı sürece kendini ilgilendirir. En iyi niyetli olanımız bile zaman zaman başkalarını gereksiz yere eleştiririz.
Doğamızda olan bir başka şey ise hatalarımızdan dolayı başkalarını suçlamaktır. Bu bir savunma mekanizması ya da kaçış yolu olabilir ama asla sorunlara çözüm getirmez.
Neyse ki doğamızda olan zayıflıklarımızı, olumsuz özelliklerimizi törpüleyecek zeka ve yeteneğe sahibiz. Biraz sağduyu sahibi insanlar bunu başarabilir.
Yöntem basit; önce en yakınımıza, yani kendimize bakarak yaşamı daha çekilir hale getirmek mümkün. Hem böylesi insana daha yakışır bir davranış değil mi? Amaç suçluluk duyguları geliştirmek değil elbette. Önemli olan olumsuz durumun gerçek nedenini görüp yaşanılandan bir ders alabilmek...
6 Ocak 2011 Perşembe
Sicko
Bugün ikinci kez ünlü Amerikalı belgesel yönetmeni Mıchael Moore'un, Amerikan Sağlık Sistemi'ni sorguladığı belgeseli Sicko'yu izledim. Konu her ne kadar bizim dışımızda gibi görünse de bu belgesel, toplumların en önemli gereksinimlerinden biri olan sağlık hizmetlerinin nasıl para kazanma alanı olarak kullanıldığını ve oluşturulan sistemde kar edebilmenin insan sağlığından çok daha fazla önemsendiğini tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor.
Michael Moore'un 2007 Cannes Film Festivali'nde ödüllendirilen filmi "Sicko" (Hasta), Amerikan sağlık sistemini eleştiriyor ama bununla da kalmıyor, onun alternatifini somut olarak ortaya koyuyor. İnsanca bir yaşamın, ücretsiz sağlık ve eğitim sisteminin var olabileceğini gösteriyor.
Şu an mevcut sistemde, piyasada hakim olan sigorta şirketleri tarafından, sisteme dahil olmak için pek çok elemeden geçen insanların, sisteme dahil olduktan sonra bile, ciddi rahatsızlıkları durumunda, sırf şirketlerin ödeme yapmamak adına nasıl elenip, açıklarının arandığı canlı tanıklarla ve yaşanmış olaylarla anlatılıyor. Sigortası olamayan bakıma muhtaç hastaların hastaneler tarafından nasıl sokaklara terkedildiğini gösteren görüntüler de var.
Amerikan sağlık sistemi parası olmayanı kapsamıyor, onu kaderine terk ediyor. Aynı zamanda da hükümet yetkilileri tarafından genel ve ücretsiz sağlık sistemine ve ücretsiz ilaç dağıtılmasına yönelik düşmanca söylemler ortaya atılıyor. Tüm bunların “sosyalizm” olduğu ve “Amerikan özgürlüğü”nü yok edeceği söylenmekte, örneğin Kanada’nın sağlık sistemi kötülenmektedir. Ücretsiz sağlık sisteminin uygulandığı Kanada’da hastaların tedavi için aylarca beklediği, doktor olmadığı vb. iddialar ortaya atılmaktadır. Bunun üzerine Kanada’daki hastaneleri gezen Moore, tam tersi bir durumla karşılaşır. Buradaki sağlık sistemi hızlı ve kaliteli bir şekilde yürütülmekte, tedavi masraflarını devlet karşılamaktadır. ABD’de olduğu gibi hastaneye getirilen bir kişinin parasına değil sağlık durumuna bakılmakta, kimse hastaneden alınıp yol ortasına atılmamaktadır. Bunun üzerine Moore, Fransa ve İngiltere’yi de ziyaret eder ve benzer durumlarla karşılaşır. Buralarda da kamu sağlığı ücretsizdir, insanlar hastanelere para vermemekte ve çok düşük bir fiyata ilaç satın almaktadırlar.
Moore’un en radikal hareketi ise 11 Eylül saldırılarından sonra enkaz altındakileri kurtarmaya çalışan bir grup itfaiyeci ve sağlık görevlisini ABD’ye göre yasadışı yollardan Küba’ya tedavi amaçlı götürmesidir. Bu insanlar, enkaz altından sağ kalanları çıkarmak için gönüllü olarak çalışmış ancak bir süre sonra solunum yetersizliği hastalıklarına yakalanmışlardı. Ama tedavi masrafları devlet tarafından karşılanmadı. Kübalı doktorlar bu insanları tedavi ettiler ve gereken ilaçları kendilerine sağladılar. ABD’de 200 dolara aldığı ilacın Küba’da 5 cent olduğunu gören sağlık görevlisi bir kadın öfke ve gözyaşları içinde isyan ediyordu. Moore, belgeselinde Küba’nın dünyanın en gelişmiş sağlık sistemlerine sahip olduğunu, hemen her sokağa bir sağlık merkezi düştüğünü, Küba’da çocuk ölümlerinin en az yaşandığını, ortalama yaşam süresinin de ABD’den uzun olduğunu bize gösteriyor. Aynı zamanda ABD’li kurtarma görevlilerini davet eden Kübalı itfaiyecilerin onları onurlandırmasını ve aralarında kurdukları kardeşçe ilişkiyi de gözler önüne seriyor.
Belgeseli izleyince Amerika'daki yankılarını merak ettim ve araştırdım.
Moore’un tüm bu yaptıkları Bush yönetiminin öfkesini üzerine çekmeye yetmiş. İlk başta belgeselin gösterimi yasaklanmaya çalışılmış. Bu durum kamuoyu tepkisiyle önlenmiş ancak her ihtimale karşı filmin bir kopyası ABD dışında tutuluyor. Buna rağmen Michael Moore’a Küba’ya yönelik uçuş yasağını kırdığı için soruşturma bile açılmış.. Moore bu belgeselin Bush ya da ABD karşıtı olmadığını söylemekle birlikte, bunlardan daha güçlü bir karşıtlık yaratıyor. “Biz neden bu hale geldik” diye başladığı soruları insanına önem vermeyen bir sistemi ve sistemi var eden tekelci sermaye gruplarını ve onların politik destekçilerini de sorgulatıyor. Moore, sadece sistemi eleştirmekle kalmıyor, onun alternatifini somut olarak ortaya koyuyor. İnsanca bir yaşamın, ücretsiz sağlık ve eğitim sisteminin var olabileceğini gösteriyor. Kendine özgü tarzı, mizahı ve kararlılığıyla saygı duyulacak bir çalışma ortaya çıkarmış.Tüm bunları okuyunca, farklı bir sistemimiz olsa da bizde yaşanılan çarpıklıklar ve korkunç durumlar bir film şeridi gibi geldi gözüme. Elbette benim aklıma gelen örnekler bir buzdağının görünen ufacık parçaları ama insanın tüyleri diken oluyor;
Neler yok ki bizde de:
Hastane kapılarında sürünen insanlar fazlası ile sıradan görüntü bizim için. Bir günde seksen yüz hastaya bakmak zorunda olan olan doktorlar da..
Sistemdeki aksamalar yüzünden eczanelerden ilacını alamayan hastalar...
Aids mikrobu taşıyan kan verilen insanlar mı istersiniz.
Platin yerine demir protez takılan hastalar mı...
Katarakt ameliyatı kampanyası ile kör edilen köylüler mi...
Bir hastanede küvezde aynı anda ölen bebekler mi..
Acaba bizde de bir Roger Moore çıkıp bu konuları cesurca gözler önüne seren bir belgesel yapsa, kamuoyunda biraz bilinçlenme ve hakkını arama isteği oluşturabilir miydi? Tabii ki bu belgeseli gösterebilecek bir tv kanalı bulabilirse...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)