İnsanoğlunun acımasızlığı sınır tanımıyor. Tekirdağ Sokak Hayvanları Barınağı'nda paslı aletlerle ve son derece uygunsuz koşullarda yapılan kısırlaştırma ameliyatları sonucu enfeksiyon kapan zavallı hayvanlar acılar içinde kıvranarak ölüyorlar. Bu durumun başka illerde de olduğu anlatıldı tv haberlerinde. Kendilerini savunamayan bu hayvanlara bunca acı çektirip böyle bir son hazırlamak nasıl bir insanlık ayıbıdır? Aldığınız eğitim, kazandığınız para zehir zıkkım olsun. Buna meydan veren tüm sorumlulara da lanet olsun.
10 Aralık 2010 Cuma
28 Kasım 2010 Pazar
Kaddafi'den Erdoğan'a Ödül
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 3. AB-Afrika Zirvesi'ne onur konuğu olarak katılmak üzere dün Libya'ya gitti. Erdoğan burada ''Kaddafi İnsan Hakları Ödülü"nü de alacak. Zirvenin de onur konuğuymuş.
Nasıl da yakışmışlar
Bu akşam(29 Kasım akşamı) Kaddafi İnsan Hakları Ödülü Uluslararası Komitesi Başkanı ve Cezayir Eski Cumhurbaşkanı Ahmed Ben Bela ve diğer davetlilerin de katılımıyla bir tören düzenlenecek.
Darbeci bir diktatörden İnsan Hakları Ödülü almak ne kadar onur verici değil mi? Daha önce de Erbakan'ın Libya maceraları olmuştu. Kaddafi tarafından azarlanma onuruna erişmişti Erbakan. Türk ulusu olarak bunları gördük biz. Ne var ki balık hafızalıyız. Ne diyelim, hak ettiğimiz yöneticileri buluyoruz işte..
Nasıl da yakışmışlar
Bu akşam(29 Kasım akşamı) Kaddafi İnsan Hakları Ödülü Uluslararası Komitesi Başkanı ve Cezayir Eski Cumhurbaşkanı Ahmed Ben Bela ve diğer davetlilerin de katılımıyla bir tören düzenlenecek.
Darbeci bir diktatörden İnsan Hakları Ödülü almak ne kadar onur verici değil mi? Daha önce de Erbakan'ın Libya maceraları olmuştu. Kaddafi tarafından azarlanma onuruna erişmişti Erbakan. Türk ulusu olarak bunları gördük biz. Ne var ki balık hafızalıyız. Ne diyelim, hak ettiğimiz yöneticileri buluyoruz işte..
13 Kasım 2010 Cumartesi
Montaigne' den Seçmeler
Bence insan ne oldugunu bilmekte dikkatli olmalı;iyi tarafınıda kötü tarafınıda aynı titizlikle ortaya çıkarmalıdır.
Kendini olduğundan az göstermek,tevazu değil, budalalıktır; kendine değerinden az paha biçmek korkaklıktır, pısırıklıktır.Kendini olduğundan fazla göstermek de, çok defa gurudan degil budalalıktandır.
Bence bu kendini beğenme illetinin esası, kendindan pek fazla hoşlanmak,kendi kendine hayasızca aşık olmaktır.Bunun en iyi devası kendinden söz etmeyi yasaklayan ve böylece bizi kendimiz üzerinde düşünmekten büsbütün alıkoyanların dediklerinin tam tersini yapmaktır.
Gurur insanın düşüncesindedir; söze dökülen onun pek küçük bir parçasıdır.
Bu adamlar öyle sanıyorlar ki insanın kendi üzerinde durması,kendinden hoşlanması,hep kendisiyle uğraşması kendine fazla düşkün olması demektir. Oysaki aşırı benciller, kendilerini pek üstün körü bilenler, kendilerinden önce işlerine bakanlardır. Onlara göre kendi kendisiyle baş başa kalmak, sırt üstü yatıp vakit öldürmektir. Ruhunu zenginleştirmeye, kendini adam etmeye çalışmak boş hayaller kurmaktır. Sanki kendimiz bizden ayrı, bize yabancı birisiymişiz gibi.
Kendinden aşağıya bakıpta kendi kafasına hayran olan adam, kendinden yukarıya, geçmiş yüzyıllara gözlerini kaldırsın; o zaman yüzlerce devin ayakları altında kalacak ve burnu kırılacaktır.
İnsan kendindeki eksik ve cılız değerleri, üstelik insan hayatının hiçliğini hesaba katarak düşünecek olursa, hiçbir değeriyle övünmeye kalkışmaz.
9 Kasım 2010 Salı
12 Ekim 2010 Salı
Lanet Olsun Size !
İnsana ya da hayvana yapılmış, farketmez. İşkencecinin hedefi hangi canlı olursa olsun, yapanlara lanet olsun!
İZMİR Bornova'da, 4 üniversitelinin , bir büfecinin baktığı sokak kedisini tekmeleyerek öldürmesi, güvenlik kamerasınca kaydedilmiş , hayvanseverler olaya büyük tepki göstermişler.
Bir de köpekleri varmış bu canavarların. Böylesine şiddete eğilimli pislikler o zavallı köpeği de dövüştürüyorlardır.
Allah belanızı versin! Başka sözüm yok.
3 Ekim 2010 Pazar
Bu Acımasızlık Niye?
İnsanlar neden sırf önyargılarına dayanarak acımasızca başkalarını eleştirip incitirler?
Tanımadıkları, yaşantısını bilmedikleri kişiler hakkında ''ben sezgilerime güvenirim ve hiç yanılmam, galiba sen şöyle birisin'' tarzında bir söz işittim bu gün. Kendi içinde bile, çelişkili, tutarsız bir söz. Hiç yanılmazmış ama galiba diye de ekliyor. Bu söz benim yıllardır tanıdığım, insanlığına da dürüstlüğüne de söz söylenmemesi gereken birine sarfedildi. Olayın ayrıntılarını anlatmadan anlamanız olanaksız ama konunun özü bu.;
Bir etkinlikte birbirleri ile ilk kez karşılaşmış insanlardan biri, benim tanıdığım, gerçekten üstün özelliklere sahip, kültürlü ve özverili arkadaşımı eleştiriyor, bunu yaparken de sezgilerine dayalı olarak bu teşhisi koyduğunu söylüyordu. Ama o çok güvendiği sezgileri, durumun onun algıladığı gibi olmadığını gösteremeyen beş para etmez sezgilerdi. Arkadaşım her zamanki olgunluğu ile ama incinmiş olarak ona yanıldığını, hiç tanımadığı insanlar hakkında önyargılı olmanın yanlışlığını söyledi. Diğeri hala ''ben yanılmam, öyle hissediyorum'' diyordu.
Be öküz kadın, hangi verilere dayanarak, tanımadığın insanlar hakkında fikir yürütüyorsun? '' Ben öyle olduğunu hissettim'' demekle olur mu? Sen kim oluyorsun da sırf hislerine göre bilir kişilik yapıyorsun? Bana öyle geldi ki, çağdaş görünümlü arkadaşımı kendi ölçütlerine göre değerlendirip böylesine basit bir düşünce tarzı ile üzmeye çalışıyordu çok bilmiş türbanlı kadın. Her türban takanın böyle düşündüğünü ve yaptığını söyleyemem ama bu kadın gibiler de var maalesef.
.
Tanımadıkları, yaşantısını bilmedikleri kişiler hakkında ''ben sezgilerime güvenirim ve hiç yanılmam, galiba sen şöyle birisin'' tarzında bir söz işittim bu gün. Kendi içinde bile, çelişkili, tutarsız bir söz. Hiç yanılmazmış ama galiba diye de ekliyor. Bu söz benim yıllardır tanıdığım, insanlığına da dürüstlüğüne de söz söylenmemesi gereken birine sarfedildi. Olayın ayrıntılarını anlatmadan anlamanız olanaksız ama konunun özü bu.;
Bir etkinlikte birbirleri ile ilk kez karşılaşmış insanlardan biri, benim tanıdığım, gerçekten üstün özelliklere sahip, kültürlü ve özverili arkadaşımı eleştiriyor, bunu yaparken de sezgilerine dayalı olarak bu teşhisi koyduğunu söylüyordu. Ama o çok güvendiği sezgileri, durumun onun algıladığı gibi olmadığını gösteremeyen beş para etmez sezgilerdi. Arkadaşım her zamanki olgunluğu ile ama incinmiş olarak ona yanıldığını, hiç tanımadığı insanlar hakkında önyargılı olmanın yanlışlığını söyledi. Diğeri hala ''ben yanılmam, öyle hissediyorum'' diyordu.
Be öküz kadın, hangi verilere dayanarak, tanımadığın insanlar hakkında fikir yürütüyorsun? '' Ben öyle olduğunu hissettim'' demekle olur mu? Sen kim oluyorsun da sırf hislerine göre bilir kişilik yapıyorsun? Bana öyle geldi ki, çağdaş görünümlü arkadaşımı kendi ölçütlerine göre değerlendirip böylesine basit bir düşünce tarzı ile üzmeye çalışıyordu çok bilmiş türbanlı kadın. Her türban takanın böyle düşündüğünü ve yaptığını söyleyemem ama bu kadın gibiler de var maalesef.
.
2 Ekim 2010 Cumartesi
Dünya Yalnız Biz İnsanlara Ait Değil!
''Hayvanları Koruma Yasası olarak bilinen 5199 sayılı kanunun, acilen değişmesini istiyoruz. Hayvana yapılan şiddetin, işkencenin, idari para cezası karşılığı geçiştirilmesini istemiyoruz! Hayvanlara karşı işlenen tüm haksız fiillerin, "ceza hukuku kapsamına alınmasını", şiddet uygulayan suçluların, mahkemelerde yargılanarak gerekli cezaları almalarını istiyoruz.
Toplumdaki en zayıf halkaya yönelttiğimiz şiddet, aslında hepimize yöneltilmiştir.
Gözlerimizi kapayarak, "Önce insan hakları" diyerek bu sorumluluğumuzu üzerimizden atamayız. Çünkü hayvana işkence, aynı zamanda bir insan hakları ve etik sorunudur.
Soruyoruz: Onların hakkını savunacak mekanizmalar çalışmadığı sürece, Türkiye uygarlık düzeyine
ulaşabilecek mi?''
Bu paragraflar Haytap Hayvan Hakları Federasyonu Web sayfasından alıntıdır. Başka söze gerek var mı?
Toplumdaki en zayıf halkaya yönelttiğimiz şiddet, aslında hepimize yöneltilmiştir.
Gözlerimizi kapayarak, "Önce insan hakları" diyerek bu sorumluluğumuzu üzerimizden atamayız. Çünkü hayvana işkence, aynı zamanda bir insan hakları ve etik sorunudur.
Soruyoruz: Onların hakkını savunacak mekanizmalar çalışmadığı sürece, Türkiye uygarlık düzeyine
ulaşabilecek mi?''
Bu paragraflar Haytap Hayvan Hakları Federasyonu Web sayfasından alıntıdır. Başka söze gerek var mı?
16 Eylül 2010 Perşembe
Nalet Suratlı Yaşlı Kadın
Ne yazık ki terbiyeli ve saygılı insanların değeri bilinmiyor.
Pazarda rastladım onlara. Genç olanı, alışveriş arabasını hareket ettirince yaşlı olan öfke ile döndü ve çemkirdi. Oysa çarpma hatta dokunma bile olmamıştı. Yaşlı kadın ''Dikkat etsene bana çarpıyordun, önüne bak!'' diye azarladı kadını.
Genç olan:
- Dikkat ediyorum, size dokunmadım bile, yine de özür dilerim.
dedi.
Diğeri böyle kibarca karşılık verilmesine daha da kabalaşarak yanıt verdi
- Uzatma ! Dikkat ediyormuş, hıh! Konuşuyor bir de,
ben yaşlı bir insanım, düşerim müşerim, diye söylenmeye devam etti.
Genç kadın:
-Allah korusun, ama ben zaten dikkat ediyorum, çarpmadım ki,
deyince, yine azarlandı.:
-Uzatma dedim sana!
diyerek suratını iyice nalet bir şekle soktu ve gözlerim o an genç kadının yüzüne takıldı. Öyle incinerek bakıyordu ki, gözleri dolu dolu oldu, yutkundu ve bir şey söylemeden uzaklaştı. Belli ki günü zehir olmuştu. Benim de o an içim cız etti. Zarar vermediği halde özür dileyen, yaşlı cadıyı rahatlatmaya çalışan, içtenlikle ''Allah korusun'' diyen bu insan bu şekilde azarlanmayı hiç hak etmemişti.
Eğer o yaşlı kadının karşısında ''Ne konuşup duruyorsun bunak!'' diyen terbiyesiz biri olsaydı o kadından o davranışları görmezdi ama yine de doğru olanı yaptı. kutluyorum kendisini. Diğerine gelince, nefretle kınıyorum böyle insanları, hangi yaşta olurlarsa olsunlar.
Pazarda rastladım onlara. Genç olanı, alışveriş arabasını hareket ettirince yaşlı olan öfke ile döndü ve çemkirdi. Oysa çarpma hatta dokunma bile olmamıştı. Yaşlı kadın ''Dikkat etsene bana çarpıyordun, önüne bak!'' diye azarladı kadını.
Genç olan:
- Dikkat ediyorum, size dokunmadım bile, yine de özür dilerim.
dedi.
Diğeri böyle kibarca karşılık verilmesine daha da kabalaşarak yanıt verdi
- Uzatma ! Dikkat ediyormuş, hıh! Konuşuyor bir de,
ben yaşlı bir insanım, düşerim müşerim, diye söylenmeye devam etti.
Genç kadın:
-Allah korusun, ama ben zaten dikkat ediyorum, çarpmadım ki,
deyince, yine azarlandı.:
-Uzatma dedim sana!
diyerek suratını iyice nalet bir şekle soktu ve gözlerim o an genç kadının yüzüne takıldı. Öyle incinerek bakıyordu ki, gözleri dolu dolu oldu, yutkundu ve bir şey söylemeden uzaklaştı. Belli ki günü zehir olmuştu. Benim de o an içim cız etti. Zarar vermediği halde özür dileyen, yaşlı cadıyı rahatlatmaya çalışan, içtenlikle ''Allah korusun'' diyen bu insan bu şekilde azarlanmayı hiç hak etmemişti.
Eğer o yaşlı kadının karşısında ''Ne konuşup duruyorsun bunak!'' diyen terbiyesiz biri olsaydı o kadından o davranışları görmezdi ama yine de doğru olanı yaptı. kutluyorum kendisini. Diğerine gelince, nefretle kınıyorum böyle insanları, hangi yaşta olurlarsa olsunlar.
13 Eylül 2010 Pazartesi
Ülkem Nereye?
Bir zamanlar, halk seçtiğini bir kalkanın üstüne oturtarak havaya kaldırır ve kral diye selamlardı. Ve neden ‘kralların sayısız gözleri, milyon tane kulağı, upuzun elleri ve pek hızlı ayakları’ olduğu söylenir? Hep Argos’a, Gerien’e, Midas’a ve ozanların övdüğü daha başkalarına benzedikleri için mi? Hiç de değil, bu söz devletin iyiliği için gözlerini, kulaklarını, olanaklarını, yetkilerini krala ödünç vermiş olan bütün halktan ötürü söylenmiştir.
Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar,
dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar.
(MONTESQUİEU)
Halk kralı yüzüstü bırakıversin, hemen yere devrilir; eskiden kulağı ve gözü pek üstün görünürken, güçlü olabilecek en iyi durumda bulunurken, böyle görkem içinde yüzerken, bir anda kötüler ve pek zebun düşer.”
Stephanos Junios Brutos
Bir ülkede dalkavukluğun sağladığı çıkar,
dürüstlüğün sağladığı çıkardan daha verimli olursa o ülke batar.
(MONTESQUİEU)
7 Eylül 2010 Salı
Asalaklar
Kendine ve başkalarına saygısız pis asalaklar. Sayı olarak çok da az değilsiniz ne yazık ki. Bir bardak çay, bir sigara için bile şaklabanlık yaparsınız. Sizi yedirip içirecek insanların yanından ayrılmazsınız ama nedense eliniz hiç cebinize gitmez. Siz ödemek ister gibi yapıncaya dek görgülü insanlar çoktan öder hesabı. Üstelik böyle olunca, gözlerinizdeki parlamayı saklayamazsınız bile.
Ne yapar eder kendinizi davet ettirirsiniz. Yer içersiniz de aklınıza ''ben de beklerim'' demek gelmez. Balkonunuzda kahvaltı ederken size selam veren bir tanıdığınıza ''buyrun birlikte kahvaltı yapalım'' diyecek inceliğiniz yoktur sizin. İncelik bir yana, ödünüz kopar gelir de bir fincan çayınızı içer diye ama siz böyle bir daveti hiç geri çevirmezsiniz. İhtiyacınız olsa bu kadar batmazdı asalakça davranışlarınız. Gerçi onurlu insan ihtiyacı olsa bile yapamaz sizin yaptıklarınızı. Öylesine sıkıldım ki bu tür davranışlarınızdan, sizleri yakınımda görmek istemiyorum. Sizleri yedirip içirmektense sokaktaki hayvanları doyururum. Öylesine içten ve minnetle bakıyorlar ki gözlerimin içine. Üstelik tok oldukları zaman yemiyorlar bile.
Ne yapar eder kendinizi davet ettirirsiniz. Yer içersiniz de aklınıza ''ben de beklerim'' demek gelmez. Balkonunuzda kahvaltı ederken size selam veren bir tanıdığınıza ''buyrun birlikte kahvaltı yapalım'' diyecek inceliğiniz yoktur sizin. İncelik bir yana, ödünüz kopar gelir de bir fincan çayınızı içer diye ama siz böyle bir daveti hiç geri çevirmezsiniz. İhtiyacınız olsa bu kadar batmazdı asalakça davranışlarınız. Gerçi onurlu insan ihtiyacı olsa bile yapamaz sizin yaptıklarınızı. Öylesine sıkıldım ki bu tür davranışlarınızdan, sizleri yakınımda görmek istemiyorum. Sizleri yedirip içirmektense sokaktaki hayvanları doyururum. Öylesine içten ve minnetle bakıyorlar ki gözlerimin içine. Üstelik tok oldukları zaman yemiyorlar bile.
Sınav Rezaleti
Rezil eğitim sistemimizin baş belası sınavlar hayatın her alanında uygulanıyor ülkemizde. İnsanların yaşamını belirleyecek türde önemli bazıları. İnsanların ileri eğitim alıp alamayacakları, alanlarıı, meslekleri, kadro alıp alamıyacakları, sürücü olup olamayacakları sınavlarla belirleniyor. Adam gibi, layıkı ile uygulansa amenna. İşte son yaşananlar. Koca koca sorumlu kuruluşlar ve kariyer sahibi kişiler, utançlarını itiraf etseler de etmeseler de koca bir ayıp ve ders alınması gereken bir durum söz konusu. Çünkü uyanıkların ve çıkar elde edenlerin kat kat fazlası mağdurlar var. Utanın ve düzeltin yanlışlarınızı. Yaz boz tahtası yaptığınız eğitim sistemini çağdaş ve adaletli bir sisteme dönüştürmek için ne gerekiyorsa yapın. Politik hesaplarla oraya gelmiş olanları değil, yeterli donanıma sahip insanları bakan olarak görmek istiyoruz. Gerçi bu zihniyetin donanımlısı da milletin hayrına değil başka amaçların hayrına çalışır ama mevcut olanlar olabileceklerin en kötüsü..
2 Eylül 2010 Perşembe
Tarihin En Ünlü Söylevlerinden Biri
Aynı zamanda asker olan İngiliz devlet adamı ve siyasetçi Oliver Cromwell, birbirleriyle klik çatışmaları ile vakit geçirip hiçbir siyasi karar alamıyan, hatta yeni parlamento üyelerini seçimi konusunda da bile bocalayan Parlemento'yu 20 Nisan,1653de 40 tüfekli asker getirerek bir söylev verdikten sonra feshetmiştir. Bu söylevin sözleri şunlardır:
Acele Edin ve Defolup Gidin......'Oturumunuzu sonlandırmaya geldim. Meclisi yaptığınız her icraat ile kirletmenize ve şerefsizleştirmenize artık kalıcı bir son vermeye geldim. Siz ki fitneci, fesatçı, meclis üyeleri, siz ki iyi bir hükümet olmak dışındaki her şey!! Kiralık sefil yaratıklar, zavallılar, ülkenizi en küçük şahsi çıkar adına satılığa çıkaranlar, birkaç kuruş için Tanrı'ya ihanet edenler, içinizde bir parça da olsun erdem kalmadı mı? Bir parça vicdan da mı yok? Atım kadar bile dindar değilsiniz! Altın sizin yeni Tanrınız olmuş! Satılığa çıkarmadığınız bir değer de kalmadı.. Ulusunuz adına iyi bir şey düşünemez misiniz? Sizi çıkarcı sürüsü, bulunduğunuz bu kutsal meclisi, o varlığınızla kirletiyorsunuz! Tanrının kutsadığı bu meclisi, ahlak yoksunu davranışlarınızla hırsızların ini haline çevirdiniz! Halkın size verdiği yetkiyi kötüye kullandınız. Siz ki, halkın umutsuz dertlerine çare olmalıydınız. Kendiniz halka en büyük dert kaynağı oldunuz! Ama ülkeniz beni asırlardan beri temizlenmemiş bu ahırı temizlemeye çağırdı! Ve bu gücü de bana Tanrı verdi. Bu şeytan ocağını yönetmeye geldim. Vay halinize! Şimdi derhal defolun!!! Acele edin rüşvetin köleleri! Acele edin, gidin!Süslü saltanat eşyalarınızı alın ve defolup gidin!..
1 Eylül 2010 Çarşamba
Sabah Haberleri
Sabah haberlerini izliyorum Tv'den içim kalkarak. Bir fincan çay zehir oluyor sanki. ''Nasıl bir ülkede yaşıyoruz, insanlarımız ne hale gelmiş?'' diye kahroluyorum. Hemen hemen hiç iç açıcı bir haber yok.
16 saat aralıksız çalışan işçinin evet içerikli pankartı yenilerken kuleden düşüp ölmesi çok acı. İki çocuklu geçim sıkıntısı içindeki işçi ailesinin dramı çok da alışılmadık değil.
Bir kadının kuyumcuyu soyması, yine bir yaşlı kadının çöp ev haline getirdiği evine belediyenin müdahalesi sırasında attığı çığlıklar ..''Ben bilim kadınıyım, evime bu şekilde giremezsiniz'' diyor..Belli ki ruh sağlığı yerinde değil. Bunlar nisbeten katlanılabilir türden haberler.
Dağdan inip bir keçiye tecavüz eden insanı anlatıyor spiker, görüntüler eşliğinde..Sahibi kesip hayvan barınağına vermekten söz ediyor. Zavallı keçi masum masum bakıyor. Ya bu insanlık dışı eylemi yapan sözde insana ne olacak? Muhtemelen hasta olduğu öne sürülerek beraat edecek. İnsanlık yerlerde sürünüyor.
Sınırda bir yerlerde bir şahin bulunuyor; kaçakçılar tarafından gözleri dikilmiş durumda. İnanılır gibi değil. Gözleri açık olursa geri döner diye zavallı hayvanın gözlerini dikmişler canlı canlı. Bunları yapabilenlere insan denir mi?
Tüm bunlar sabah haberlerinde iletilenler. Kim bilir daha neler oluyor ülkemde. Ne hırsızlıklar, tecavüzler, işkenceler.. İnsanın ruh sağlığını koruması çok zor bütün bu olup bitenler karşısında.
Yasalar, toplumsal yaptırımlar vs. yeterli gelmiyor demek ki. Eğitim ve güçlü bir sosyal yapıya ihtiyacımız var. Ayrıca tepkisiz toplum olmamızın cezasını çekiyoruz belki de. Bizimle ilgili olsun ya da olmasın çarpıklıklar, yanlışlıklar karşısında sessiz kalmak yerine doğruyu savunmak ve birlikte hareket etmek gerektiğini unutmamalıyız.
16 saat aralıksız çalışan işçinin evet içerikli pankartı yenilerken kuleden düşüp ölmesi çok acı. İki çocuklu geçim sıkıntısı içindeki işçi ailesinin dramı çok da alışılmadık değil.
Bir kadının kuyumcuyu soyması, yine bir yaşlı kadının çöp ev haline getirdiği evine belediyenin müdahalesi sırasında attığı çığlıklar ..''Ben bilim kadınıyım, evime bu şekilde giremezsiniz'' diyor..Belli ki ruh sağlığı yerinde değil. Bunlar nisbeten katlanılabilir türden haberler.
Dağdan inip bir keçiye tecavüz eden insanı anlatıyor spiker, görüntüler eşliğinde..Sahibi kesip hayvan barınağına vermekten söz ediyor. Zavallı keçi masum masum bakıyor. Ya bu insanlık dışı eylemi yapan sözde insana ne olacak? Muhtemelen hasta olduğu öne sürülerek beraat edecek. İnsanlık yerlerde sürünüyor.
Sınırda bir yerlerde bir şahin bulunuyor; kaçakçılar tarafından gözleri dikilmiş durumda. İnanılır gibi değil. Gözleri açık olursa geri döner diye zavallı hayvanın gözlerini dikmişler canlı canlı. Bunları yapabilenlere insan denir mi?
Tüm bunlar sabah haberlerinde iletilenler. Kim bilir daha neler oluyor ülkemde. Ne hırsızlıklar, tecavüzler, işkenceler.. İnsanın ruh sağlığını koruması çok zor bütün bu olup bitenler karşısında.
Yasalar, toplumsal yaptırımlar vs. yeterli gelmiyor demek ki. Eğitim ve güçlü bir sosyal yapıya ihtiyacımız var. Ayrıca tepkisiz toplum olmamızın cezasını çekiyoruz belki de. Bizimle ilgili olsun ya da olmasın çarpıklıklar, yanlışlıklar karşısında sessiz kalmak yerine doğruyu savunmak ve birlikte hareket etmek gerektiğini unutmamalıyız.
Ülkemizde Sanat ve Sanatçı
Ülkemizde gerçek sanat ve sanatçı popülizme, arabesk ifadelere ve taklitçiliğe yenilmiş durumda ne yazık ki... Yani Atatürk'ün sanata ve sanatçıya değer veren bir ülke olmamız hayali gerçekleşemedi.
Kanıtı mı?
Gerçek sanatçılarımız mutsuz.
Tv' de izletilenlerin yüzde doksanı popülizm, arabesk ve taklitçilik içeren yapımlar.
Kitap okuma alışkanlığımız yok. Kütüphaneleri, müzeleri, sergileri pek sevmiyoruz. Klasik müziği, operayı , baleyi hemen hemen hiç tanımıyoruz.
Sonuç olarak sanata ve sanatçıya değer veren bir toplum değiliz
Çıkıp sorun insanlara; kaçı bir ressamın, bir yontu sanatçısının, bir bestecinin adını söyleyebilir? Öte yandan sabun köpüğü dizilerin tüm (sözde) kahramanlarını eksiksiz sayan pek çok insan olacaktır. Elbette sanat ve sanatçıya değer verilmemesinin tüm vebali halka yüklenemez. Geçim sıkıntısı içinde olan , düşük eğitim düzeyli insanların çoğunlukta olduğu bir ülkede sanatsever olmak pek kolay değil. Yine de bilinçli bir eğitim ve kültür politikası ile ve medyanın doğru yönlendirmeleri ile daha kültürlü, sanata değer veren bir toplum olma yolunda başarılar elde edilebilir.
31 Ağustos 2010 Salı
Genlerle İlgili Anne Sevgisi Eksikliği-Kimerizm
Küçük yaşta annesini kaybeden hatta hiç annesini görmemiş, tanımamış insanlar var. Parçalanmış aileler nedeni ile annesinden uzak kalmış olanlar da var. Annesizliğin ne demek olduğunu onlara sormak lazım.
Bir de çocuğu ile birlikte olduğu halde sevgi duyamayan anneler var ki, bu apayrı bir konu. Bu konu ile ilgili yapılan bilimsel araştırma sonuçlarından söz eden bir yazı okudum.
ÇOCUĞUNU SEVEMEYEN ANNELER VAR
“Dünyaya getirdiği çocuğunu sevemeyen, hatta nefret eden anneler var. Böyle bir anneye doku testi uyguladık. Bütün dokulardan örnekler alarak DNA’larını karşılaştırdık. Annenin kimerik olduğu, yani kimerizm gösterdiği ortaya çıktı. Kimerizm, döllenmiş iki yumurtanın birleşmesi ve ikiz yerine tek bebeğin doğması sonucu ortaya çıkıyor. İki yumurta birbirine temas ediyor, yumurta zarları eriyor ve iki yumurta birleşip tek bir beden içerisinde farklı DNA ve farklı iki ikize ait olan organ ve dokuları bulunduruyor.”
GENETİK YAKINLIK UZAKLAŞTIKÇA SEVGİ AZALIYOR
“Bu durum sonucunda dünyaya gelen bebek kadının doğmayan ikizinin DNA’sını taşıyabiliyor. Dolayısıyla anne doğurduğu çocuğun biyolojik annesi olabiliyor ama gerçek genetik annesi olmuyor. O bebek ikinci ikizine ait olan yumurtalıkta geliştiği için anne onu reddediyor. Genetik birliktelik ve birebirlik olmuyor; yani genetik yakınlık uzaklaştıkça sevginin dozu azalıyor.”
PSİKİYATRİK VAKA DEĞİL
“Bu durum ilk bakışta psikiyatrik vaka olarak düşünülüyor. Kesinlikle hepsi psikiyatrik vaka değil. Hamilelik sırasında annenin geçirdiği ya da doğum sırasında çocuğunun karışması gibi çeşitli travmalara bağlı olarak değil, kısacası reddetme duygusu değil.
Şöyle bir gerçek var ki: Bu durum hem anne için, hem de bebek için zor ve her ikisinde de ruhsal sorunlara yol açıyor. Anne kendine sürekli ‘Neden sevemiyorum?’ sorusunu sorarken, çocuk da sevilmediğini hissederek anneden uzaklaşıyor.
Bu tür annelerin mutlaka genetik analizleri yapılarak kimerik olup olmadıklarının ortaya çıkarılması gerekiyor. Daha sonra psikiyatrik tedavi almaları gerekiyor. Kimerik annelere ücretsiz danışmanlık veriyoruz Sonuç olarak anne bunu kabullenerek, çocuğuna ısınabiliyor ve ömür boyu depresyon ilaçları kullanmak zorunda kalmıyor.”
İşte böyle zor bir durum. Çocuk için de anne için de...
Anne
sevgisi eksikliğinin yol açtığı "sevgi açlığı" erkek ve kız
çocuklarda aynı şekilde kendini göstermekte; ilgi ve sevgiye muhtaçlık fakat
kendisine yönelen hiçbir sevgiden tatmin olamama. Anne sevgisinin
önemi bu kadarla da kalmıyor. Çocukluk çağında anneden yeterince ilgi ve sevgi
görememiş gençler yetişkinlik çağında "sevme engelli" olma riski ile
karşı karşıya bulunuyorlar. Kimerik annelerin durumu ise kolay değil.
Sonuçta
az çok bilgilensem de bu konuda merak ettiğim hususlar var. Kimerik bir annenin
birden çok çocuğu varsa, tüm çocukları için geçerli mi bu hastalığın
etkileri? Yani her çocukta genetik yanlışlık ortaya çıkıyor mu ?
Bir de aralarında hiç kan bağı olmadığı halde evlat edindikleri bebekleri canından çok seven annelik eden kadınlar
var. Bunların durumu sadece psikolojik annelik özlemi midir? Elbette bana göre sevgisiz öz anneden daha muteber böyle anneler.
Ve ne yazık ki, çevremde sevgisiz anneler var. Kimerik olup olmadıklarını bilmesem de, gördüğüm kadarı ile sevgisiz annelerin, fiziksel bakımını yapsalar bile ruhsal olarak çocuklarına ne denli zarar verebildiklerini, onları nasıl yaralayıp sorunlu, özgüven eksikliği olan bireylere dönüştürdüklerini biliyorum.
Bir de çocuğu ile birlikte olduğu halde sevgi duyamayan anneler var ki, bu apayrı bir konu. Bu konu ile ilgili yapılan bilimsel araştırma sonuçlarından söz eden bir yazı okudum.
NE İÇGÜDÜ NE HORMONLAR...ANNE SEVGİSİNİN DOZU GENLERLE İLİNTİLİYMİŞ
Prof. Dr. Demirhan şöyle devam ediyor:“Dünyaya getirdiği çocuğunu sevemeyen, hatta nefret eden anneler var. Böyle bir anneye doku testi uyguladık. Bütün dokulardan örnekler alarak DNA’larını karşılaştırdık. Annenin kimerik olduğu, yani kimerizm gösterdiği ortaya çıktı. Kimerizm, döllenmiş iki yumurtanın birleşmesi ve ikiz yerine tek bebeğin doğması sonucu ortaya çıkıyor. İki yumurta birbirine temas ediyor, yumurta zarları eriyor ve iki yumurta birleşip tek bir beden içerisinde farklı DNA ve farklı iki ikize ait olan organ ve dokuları bulunduruyor.”
GENETİK YAKINLIK UZAKLAŞTIKÇA SEVGİ AZALIYOR
“Bu durum sonucunda dünyaya gelen bebek kadının doğmayan ikizinin DNA’sını taşıyabiliyor. Dolayısıyla anne doğurduğu çocuğun biyolojik annesi olabiliyor ama gerçek genetik annesi olmuyor. O bebek ikinci ikizine ait olan yumurtalıkta geliştiği için anne onu reddediyor. Genetik birliktelik ve birebirlik olmuyor; yani genetik yakınlık uzaklaştıkça sevginin dozu azalıyor.”
“Bu durum ilk bakışta psikiyatrik vaka olarak düşünülüyor. Kesinlikle hepsi psikiyatrik vaka değil. Hamilelik sırasında annenin geçirdiği ya da doğum sırasında çocuğunun karışması gibi çeşitli travmalara bağlı olarak değil, kısacası reddetme duygusu değil.
Şöyle bir gerçek var ki: Bu durum hem anne için, hem de bebek için zor ve her ikisinde de ruhsal sorunlara yol açıyor. Anne kendine sürekli ‘Neden sevemiyorum?’ sorusunu sorarken, çocuk da sevilmediğini hissederek anneden uzaklaşıyor.
Bu tür annelerin mutlaka genetik analizleri yapılarak kimerik olup olmadıklarının ortaya çıkarılması gerekiyor. Daha sonra psikiyatrik tedavi almaları gerekiyor. Kimerik annelere ücretsiz danışmanlık veriyoruz Sonuç olarak anne bunu kabullenerek, çocuğuna ısınabiliyor ve ömür boyu depresyon ilaçları kullanmak zorunda kalmıyor.”
İşte böyle zor bir durum. Çocuk için de anne için de...
Etiketler:
İnsan İlişkileri,
Ruh ve Beden Sağlığı
30 Ağustos 2010 Pazartesi
Bu Ülkenin İnsanı
Sabah haberlerini izliyorum tv den. Ülkemin dört bir yanından haberler.
Bir Kore gazisi katıldığı törenden sonra evine dönüş parası olmadığı için utanarak askerlerden para istiyor..
Hastaneye gelen beş aylık hamile kadın '' bir şeyin yok '' denilerek evine gönderiliyor. Gece tekrar rahatsızlanınca aynı hastaneye götürülüyor eşi tarafından. Bebeğini kaybediyor ve cenin bir naylon poşete konularak babaya veriliyor...
Dört küçük çocuk terkedilmiş bir evde, derin dondurucuda boğulmuş olarak bulunuyor...
Yerler ve kişiler önemli değil. Her biri bu ülkede ihmal ve insan yaşamının değersizliğinin kanıtı olaylar. Benzerlerini her gün duyduğumuz okuduğumuz türden haberler.
Bir Kore gazisi katıldığı törenden sonra evine dönüş parası olmadığı için utanarak askerlerden para istiyor..
Hastaneye gelen beş aylık hamile kadın '' bir şeyin yok '' denilerek evine gönderiliyor. Gece tekrar rahatsızlanınca aynı hastaneye götürülüyor eşi tarafından. Bebeğini kaybediyor ve cenin bir naylon poşete konularak babaya veriliyor...
Dört küçük çocuk terkedilmiş bir evde, derin dondurucuda boğulmuş olarak bulunuyor...
Yerler ve kişiler önemli değil. Her biri bu ülkede ihmal ve insan yaşamının değersizliğinin kanıtı olaylar. Benzerlerini her gün duyduğumuz okuduğumuz türden haberler.
Kelebek Filozof
Felsefi Taoculuğun ikinci ismi olan Chuang-Tzu'nun milattan önce 4.yüzyılda yaşadığı bilinse de tarihler konusunda net bir bilgi yok.
huang-Tzu yaşam felsefesi nedeniyle sosyal alanda aktif rol almayı reddetmiş ve bir fidanlıkta bahçıvanlık yaparak mütevazı ve yoksul bir yaşam sürdürmeyi yeğlemiştir. Söylenceye göre kendisine başbakanlık bile önerilmiş, ancak o, özgürlüğünü korumak adına bunu elinin tersiyle geri çevirmiştir, ki bu davranışı sonraki yıllarda Çin felsefe adamları tarafından sorumsuzluk olarak değerlendirilecekti.
Ve ona "kelebek filozof" da denmesine neden olan mesel:
Chou (Chou, Chuang-Tzu'nun asıl adı), bir gün kelebek olduğunu gördü düşünde... Sevinçle kanat çırpan, mutlu, Chou diye birinden haberi bile olmayan bir kelebek... Uyanıverdi birden, işte yeniden Chou olmuştu....
Düşündü,
"Acaba Chou mu gördü kelebek olduğunu düşünde, yoksa kelebek mi Chou olduğunu düşleyen...?"
* Bilebileceğimiz bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimizdir ve az bilgi tehlikeli bir şeydir.
* Bütün herşeyin orijini doğadan gelir ve tekrar doğaya döner.
* Rüyamda bir kelebek olduğumu mu gördüm,yoksa şu an insan olduğunu düşleyen bir kelebek miyim;bilmiyorum.
huang-Tzu yaşam felsefesi nedeniyle sosyal alanda aktif rol almayı reddetmiş ve bir fidanlıkta bahçıvanlık yaparak mütevazı ve yoksul bir yaşam sürdürmeyi yeğlemiştir. Söylenceye göre kendisine başbakanlık bile önerilmiş, ancak o, özgürlüğünü korumak adına bunu elinin tersiyle geri çevirmiştir, ki bu davranışı sonraki yıllarda Çin felsefe adamları tarafından sorumsuzluk olarak değerlendirilecekti.
Ve ona "kelebek filozof" da denmesine neden olan mesel:
Chou (Chou, Chuang-Tzu'nun asıl adı), bir gün kelebek olduğunu gördü düşünde... Sevinçle kanat çırpan, mutlu, Chou diye birinden haberi bile olmayan bir kelebek... Uyanıverdi birden, işte yeniden Chou olmuştu....
Düşündü,
"Acaba Chou mu gördü kelebek olduğunu düşünde, yoksa kelebek mi Chou olduğunu düşleyen...?"
* Bilebileceğimiz bir şey varsa o da hiçbir şey bilmediğimizdir ve az bilgi tehlikeli bir şeydir.
* Bütün herşeyin orijini doğadan gelir ve tekrar doğaya döner.
* Rüyamda bir kelebek olduğumu mu gördüm,yoksa şu an insan olduğunu düşleyen bir kelebek miyim;bilmiyorum.
KPSS Soruları Çalındı mı?
Bu ülkede sorunsuz ve şaibesiz bir sınav yapılamaz mı?
800 bin adayın katıldığı KPSS’nin sonuçlarına göre 500’ün üzerinde katılımcının eğitim bilimleri sınavında 120’de 120 net çıkarması tartışma konusu oldu. Nasıl olmasın? , 2009’da yapılan KPSS’deki sınav birincisinin bile tüm soruları doğru yanıtlayamadığını biliyoruz. Bir yılda bu ne büyük değişim? Geçen yıla göre sorular kolay olsa bile bu sonuç düşündürücü. Açıklamalar ise yetersiz, ikna edici olmaktan uzak. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, “KPSS’ye ilişkin yapacağım bir açıklama yok, bu yüzden bu konuda görüş belirtmek istemiyorum” diyerek soruları yanıtsız bırakırkıyor. Bazı yetkililerin açıklamaları ise gülünç ve kesinlikle yeterli değil.
Öte yandan gece gündüz çalışarak çok iyi hazırlanıp tüm soruları yanıtlamış ya da çok az yanlış yanıt vermiş adaylar da olabilir. Bence asıl o kişiler sınavın iptali ve yinelenmesinden yana olmalılar. Çünkü edinilen bilgiler yalnızca bir sınava yeterli olacak kadar sınırlı değil elbette.
Malzemesi insan , amacı da kaliteli insan yetiştirmek olan eğitim alanında bu tür çarpıklıklar oluyorsa, ülkemizde pek çok alanda sıkıntılar yaşanmasına şaşırmamak lazım. Hırsızlık ve adam kollama anlamına gelen, düzmece sınavlarla belirlenen başarı düzeylerine göre yapılan atamalarla hangi erdemli öğretmenleri göreve gönderecek bakanlık?
800 bin adayın katıldığı KPSS’nin sonuçlarına göre 500’ün üzerinde katılımcının eğitim bilimleri sınavında 120’de 120 net çıkarması tartışma konusu oldu. Nasıl olmasın? , 2009’da yapılan KPSS’deki sınav birincisinin bile tüm soruları doğru yanıtlayamadığını biliyoruz. Bir yılda bu ne büyük değişim? Geçen yıla göre sorular kolay olsa bile bu sonuç düşündürücü. Açıklamalar ise yetersiz, ikna edici olmaktan uzak. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, “KPSS’ye ilişkin yapacağım bir açıklama yok, bu yüzden bu konuda görüş belirtmek istemiyorum” diyerek soruları yanıtsız bırakırkıyor. Bazı yetkililerin açıklamaları ise gülünç ve kesinlikle yeterli değil.
Öte yandan gece gündüz çalışarak çok iyi hazırlanıp tüm soruları yanıtlamış ya da çok az yanlış yanıt vermiş adaylar da olabilir. Bence asıl o kişiler sınavın iptali ve yinelenmesinden yana olmalılar. Çünkü edinilen bilgiler yalnızca bir sınava yeterli olacak kadar sınırlı değil elbette.
Malzemesi insan , amacı da kaliteli insan yetiştirmek olan eğitim alanında bu tür çarpıklıklar oluyorsa, ülkemizde pek çok alanda sıkıntılar yaşanmasına şaşırmamak lazım. Hırsızlık ve adam kollama anlamına gelen, düzmece sınavlarla belirlenen başarı düzeylerine göre yapılan atamalarla hangi erdemli öğretmenleri göreve gönderecek bakanlık?
Şeytanın Yaz dedikleri
Şeytanın gör dedikleri...Klişe bir laf. Görenler görüyorlar zaten. Ama kaçımız dile getiriyoruz gördüklerimizi? ''Kaçımız dile getirebiliyoruz? '' demek daha doğru. Suskunluğumuzun nedenleri pek çok. Yalnızca yadsıdıklarımızı ve rahatsızlıklarımızı değil, mutluluklarımızı, sevgilerimizi de dışa vuramıyoruz çoğu kez. Sosyal, psikolojik, kişisel vb. nedenlerle ya susuyor, içimize gömüyoruz ya da düşündüğümüzden farklı ifade ediyor ve davranıyoruz. Kişiliği ile çatışmalar yaşayan sindirilmiş bireylere dönüşüyoruz.
Şeytanın Yaz Dedikleri'nde, okunma, izlenme kaygısı yok. Dolayısı ile belli bir hedef kitlesi de yok. Yalnızca dile getirme söz konusu. Çöpe (içimize) atacağımıza burada olsunlar düşüncesi ile oluşacak. Maskeler takılmadan, dışlanma, yadırganma ya da beğenilme, alkışlanma, nezaketli olma kaygıları güdülmeksizin ifade..Tek kaygı ''haksız yere eleştiri yapılıyor olunabilir mi?'' düşüncesi olabilir ama zaten buraya düşen konular gün gibi ortada olan yaşamın gerçekleri olacağından zayıf bir olasılık olacaktır bu. Zaten amacım yalnızca olumsuzlukları dile getirmek değil. Keşke olsa da güzelliklerden söz edebilsek. Neyse, başlayalım bakalım.
Şeytanın Yaz Dedikleri'nde, okunma, izlenme kaygısı yok. Dolayısı ile belli bir hedef kitlesi de yok. Yalnızca dile getirme söz konusu. Çöpe (içimize) atacağımıza burada olsunlar düşüncesi ile oluşacak. Maskeler takılmadan, dışlanma, yadırganma ya da beğenilme, alkışlanma, nezaketli olma kaygıları güdülmeksizin ifade..Tek kaygı ''haksız yere eleştiri yapılıyor olunabilir mi?'' düşüncesi olabilir ama zaten buraya düşen konular gün gibi ortada olan yaşamın gerçekleri olacağından zayıf bir olasılık olacaktır bu. Zaten amacım yalnızca olumsuzlukları dile getirmek değil. Keşke olsa da güzelliklerden söz edebilsek. Neyse, başlayalım bakalım.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)