Bu hafta başından beri birbiriyle ilintisiz pek çok olay ve durum ''Adına Yaşamak Dediğimiz'' olguyu şekillendirip yönlendiriyor. Her zamankinden yoğun gel-gitlerle zaman zaman düşündürücü, bazen de olağanüstü şaşırtıcı ve ironik olaylar zinciri, deneyimlerimi önüme koyup değerlendirme fırsatı veriyor.
Öncelikle , Begonvilli Ev'in hassas hanımefendisi arkadaşımın yaşadığı ölüm acısı bana da hissettirdi kendini. Öyle özden dile getirmiş ki acısını, o derin sızıyı aynen hissettim. Kaybının geri gelmeyeceği gerçeğine karşın yanında olup ''yalnız değilsin'' demeyi çok istedim.
Öte yandan hayat devam ediyor. Klasik gitar dinletilerini sever misiniz?
Akbank Sanat Mayıs ayında klasik gitarsevenlere güçlü bir gösteri sunmaya hazırlanıyor. 5 ve 31 Mayıs tarihleri arasında 6 konserle gitarın usta isimleriyle genç yeteneklerini sahnesinde ağırlayacak
Akbank Sanat Mayıs ayında klasik gitarsevenlere güçlü bir gösteri sunmaya hazırlanıyor. 5 ve 31 Mayıs tarihleri arasında 6 konserle gitarın usta isimleriyle genç yeteneklerini sahnesinde ağırlayacak Akbank Sanat Gitar Günleri`nin açılışı 5 Mayıs akşamı Lazhar Cherouana ile yapacak.
Eğer bir aksilik çıkmazsa bu yıl mutlaka hiç olmazsa bir iki dinletiyi kaçırmamayı istiyorum. Hem özlediğim istanbul'u görmek için bir fırsat.
Yine Sevgili Arkadaşım Sarah'tan bir e-posta aldım. Paskalya nedeni ile rahmetli eşinin memleketi olan İtalya'da şu an. Sarah'ın eşi İtalyan asıllıymış. Eşinin sağlığında her yıl Paskalya tatillerini İtalya'nın şirin bir köyünde geçirirlermiş. Şimdi bazen gidemese de çoğunlukla Paskalya tatillerini eşinin ailesi ile geçirmeyi seviyor. Dönüşte çok güzel anılarını paylaşır umarım..
Baharın en güzel zamanına ne yaraşır? Elbette sevmeler yaraşır. Hadi o zaman , Nazım Usta'ya kulak verelim:
Seni Seviyorum
Çömeldim bakıyorum toprağa
otlara bakıyorum
böceklere bakıyorum
mavi mavi çiçek açmış onlara bakıyorum
sen bahar toprağı gibisin sevgilim
sana bakıyorum
Sırtüstü uzandım görüyorum gökyüzünü
ağacın dallarını görüyorum
uçan leylekleri görüyorum
göz açık rüya görüyorum
sen bahar mevsiminin gökyüzü gibisin
seni görüyorum
Gece kırda ateş yaktım ateşe dokunuyorum
suya dokunuyorum
kumaşa dokunuyorum
gümüşe dokunuyorum
sen yıldızlar altında yakılan ateş gibisin
sana dokunuyorum
İnsanların içindeyim seviyorum insanları
hareketi seviyorum
düşünceyi seviyorum
kavgamı seviyorum
sen bahar içinde bir insansın sevgilim
seni seviyorum
Nazım Hikmet Ran
Tüm güzellikler sizlerle olsun.
29 Nisan 2011 Cuma
Kısa Kısa
Etiketler:
Arkadaşlık,
Dostluk,
Kültür ve Sanat,
Müzik,
Şiir
26 Nisan 2011 Salı
Huriye İngilizce Öğreniyor
Geçen yılın yaz başlangıcıydı. Erje Ayden’in Türkçe’ye çevrilmemiş bir romanını (Ayrılık Acısı) okuyordum. Erje Ayden Amerika’da yazdığı çoğu polisiye türü olan ronmanları ile tanınan ilginç kişilikli bir Türk yazar. Bu güne dek hiç bir romanı Türkçe’ye çevrilmemiş nedense. Daha sonra ayrıca söz edeceğim kendisinden ve kitaplarından.
Rutin işleri düzenleyip kocaman bir demlik dolusu çayımla ve kitabımla verandaya atıyordum kendimi. Huriye’de bir yandan ev işleri ile uğraşıyor, arada bir şeyler söylemek ya da sormak için geliyordu yanıma. ” Kara’nın maması bitmiş abla, alıp geleyim mi?” ya da ”bugün yaprak saralım mı?”
Kitabımı okumaya başlayınca reel dünyamdan koparım çoğu kez. Bazen hayret sözcükleri çıkar ağzımdan, bazen güler bazen de kızarım. İşte yine böyle dalmışken Huriye’nin bana merakla baktığını farkettim. ”Abla ne okuyon?” dedi. ”Ayrılık Acısı diye bir roman”, dedim. Romanın adı ilgisini çekti ve hemen talip oldu okumaya. ” Bitirince ben de okuyayım” dedi heyecanla.
”Okuyamazsın Huriye’cim, bu kitap İngilizce, çevirisi de yok bildiğim kadarıyla” dedim. O an gözlerindeki hayal kırıklığı etkiledi beni. ” Merak etme, bir başyapıt sayılmaz, hem ben sana özet olarak anlatırım bitirince” dedim ama ”Keşke ben de İngilizce bilseydim ” diye söylendi. Kitabı bırakıp gülümsedim;
”İstersen öğrenebilirsin, bu imkansız değil. ” deyince, beklediğim soru geldi. ”Sen öğretir misin?
Hiç düşünmeden yanıtladım:
-Tabii ki öğretirim, seve seve..
Ne var ki, bir dili iyi derecede konuşabilmek, okuyup yazabilmek, kolay öğretmenin garantisi değil. Dil öğrenmenin teknikleri var. Ben öğretmen olmadığama göre doğal yöntemi seçmek zorundaydım. Lisedeyken bize İngilizce öğretmek amacı ile uygulanan yöntemlerin ne kadar ilkel ve yetersiz olduğunu, 90 yıldır öğrencileri sıkan Misis ve Mister Brown dialoglarını geçirdim aklımdan. Biz Huriye ile bir çocuğun konuşmayı annesinden öğrenmesi gibi günlük yaşam dialogları şeklinde çalışacaktık. Yeri geldikçe de yazma okuma çalışmaları yapacaktık. Daha sonra ona dil öğreten profesyonel Cd setlerinden de aldım. İngilizce yazılmış bir kitabı okuyacak düzeye gelmesi için sıkı çalışmalara girişmesi gerektiğini söyledim. Bu işlerin sabır istediğini, bir kaç günde sıkılabileceğini anlattım. Biraz tereddüt etti, ”Acaba benim işime yarar mı bu İngilizce? ” diye düşündü. ”Yaramaz olur mu? En azından kitap okur, film izlersin, bir işe girebilirsin ” diye heveslendirdim.
Ve Huriye ile derslere başladık.
Huriye yaz boyunca işlerini bitirip İngilizce çalıştı. Her gün yeni sözcükler, yeni cümle kalıpları öğrendi. Sayfalar dolusu yazdı, okudu ve o yaz bir lise öğrencisinden daha iyi İngilizce öğrendi.
Etiketler:
Huriye,
İnsan İlişkileri,
İz Bırakanlar
Can Kız Huriye
Huriye’nin köyünün kadınları.
Huriye ile nasıl tanıştığımızı anlatmıştım size. Okumamış olanlar için kısaca söz edeyim.
Hiç tanımadığım bir kentin şirin sahil kasabasına yeni taşınmıştık. Aslında taşınma değil bir kaçıştı bizim durumumuz. Büyük kentin karmaşasından, temposundan ve stresli yaşantısından kaçıp sakin bir yerde kafamızı dinleyip daha üretken olmayı başarmaktı amacımız. Eşim işleri nedeni ile sık sık diğer illere ve yurt dışına gidip geliyordu. Bense lisansüstü eğitimimi tamamlayıp yarım kalan tablolarıma devam etmek zorundaydım. Bu yüzden neredeyse ani bir kararla taşınıverdik bilmediğimiz bu yere. Hatta evi bile görmeden her nasıl olursa olsun razıyım diyerek gelmiştim gelmesine ama uzunca bir süre yaşayacağım evin yuvaya dönüşmesini de çok istiyordum. Tam o günlerde eşim yine önemli bir iş için Yunanistan’a gitti. Yerleşilmemiş bir evle, ders kitaplarımla başbaşa tek başıma kalakaldım. Bir de köpeğim Kara ile..
Kimseyi tanımıyordum. Pazarcı kadınlardan birine ev işleri ve eşyaların yerleştirilmesi için yardımcı bir bayana ihtiyacım olduğunu söyledim. ”Kimlerdensin? Ne iş yaparsın?” diye bir güzel sorguya çekildikten sonra evimi tarif edip dönmüştüm eve. En gerekli eşyalarımı çıkarıp bir yandan da derslerime çalışırken günler sonra Huriye çıkıp gelmişti. Yukarı köydenmiş. Hiç ev işine gitmemiş daha önce. Bu yüzden korkarak, çekinerek gelmiş. İçeri girince de tedirginliği geçmedi. Etrafa bakınırken odaya başka biri girecekmiş gibi kapılara kayıyordu bakışları. Evde yalnız olduğumuzu, Kara’dan ve benden başka kimse olmadığını eşimin en az on gün gelemeyeceğini anlattım.
Kafasında, eski Türk filmlerinde gördüğü bir hizmetçi ve hanım kompozisyonu çizmiş. O yüzden tedirginmiş. Bunu sonradan gülerek anlatmıştı bana.
Huriye o günden sonra düzenli olarak iki ay her sabah geldi ve akşam üzeri köyüne bıraktım. Fazla konuşmayı sevmeyen yapması gereken işleri gayet iyi yapan bir kızdı. Zamanla ne iş yapacağını söylememe gerek kalmadan ev yaşamımıza adapte oldu ve evin kızı gibi Kara’yı gezdirme, kek yapma, çiçeklere bakma gibi işleri de gönüllü olarak ve sevinçle üstlendi. Sınavlar için İstanbul’a gidişlerimde evimin anahtarını ona bıraktım. Dönünce hazırladığı sürprizlerle inceliğine hayran kaldım.
Huriye bizimle kaldığı sürece resim sanatı ile, klasik müzikle, edebiyatla tanıştı. Önerdiğim kitapları ödünç alıp okudu, kitap okumanın çok keyifli olduğunu anladı. Ülke gündemindeki olayları dikkatle izleyip bazen üzüldü, bazen mutlu oldu. Eğer biraz zaman ayıracak durumda isem mutfakta bir şeyler öğrenmesi için çaba gösterdim; çünkü öğrenme isteği ile dolu yetenekli bir kızdı Huriye. Ben de ondan bir şeyler öğrendim. Örneğin hamur açmayı denedim ama pek başarılı olamadım. Tığ işleri konusunda ders aldım bir kaç kez. Fena da olmadı yaptıklarım. Bu süre içinde dikkatimi çeken Huriye’nin asla özenti bir tip olmadığıydı. Giyimini kuşamını kendine yakışmayacak şekilde değiştirmeye çalışan köylü kızlar vardı çevrede. Tuhaf takılar takıp altı kaval üstü şişhane deyimini anımsatan kızlar. Huriye onlar gibi değildi. Kendi koşullarında gayet uyumlu giyiniyor, giydiklerini yakıştırıyordu.
Aradan bir ay geçince ben sormadığım halde kendi yaşamından ve öyküsünden söz etmeye başladı. Demek ki bena bunları paylaşacak kadar güven duyuyordu.
Bir ablası, iki kız kardeşi ve bir de erkek kardeşi vardı Huriye’nin. Kız kardeşlerinden biri epilepsi hastasıydı. Anne ve babası çalışkan iyi insanlardı. Yine de eğitimsiz ve dar çevre insanı olmaları yüzünden çocuklarına yeterince iyi anne baba olamamışlardı. Örneğin iki ayda gördüğüm özellikleri ile Huriye mutlaka okuması gereken zeki bir kızdı. diğer kızlar da zekiymiş, ”hele biri erkek gibidir, traktör kullanır, evde bozulan her şeyi tamir eder” diye anlattı. Epilepsi olan kız kardeş ise bilinçli bir anne babaya sahip olsa hastalığı bu denli ilerlemezdi. Bunu, babasını ikna edip bu kızcağızı götürdüğüm nöroloji uzmanı da söyledi.
Şimdilik burada kalsın Huriye’nin öyküsü. Bir dahaki yazımda evlendirilmesini ve küçük yaşta bambaşka bir ülkede yaşadığı deneyimleri anlatacağım.
Huriye ile nasıl tanıştığımızı anlatmıştım size. Okumamış olanlar için kısaca söz edeyim.
Hiç tanımadığım bir kentin şirin sahil kasabasına yeni taşınmıştık. Aslında taşınma değil bir kaçıştı bizim durumumuz. Büyük kentin karmaşasından, temposundan ve stresli yaşantısından kaçıp sakin bir yerde kafamızı dinleyip daha üretken olmayı başarmaktı amacımız. Eşim işleri nedeni ile sık sık diğer illere ve yurt dışına gidip geliyordu. Bense lisansüstü eğitimimi tamamlayıp yarım kalan tablolarıma devam etmek zorundaydım. Bu yüzden neredeyse ani bir kararla taşınıverdik bilmediğimiz bu yere. Hatta evi bile görmeden her nasıl olursa olsun razıyım diyerek gelmiştim gelmesine ama uzunca bir süre yaşayacağım evin yuvaya dönüşmesini de çok istiyordum. Tam o günlerde eşim yine önemli bir iş için Yunanistan’a gitti. Yerleşilmemiş bir evle, ders kitaplarımla başbaşa tek başıma kalakaldım. Bir de köpeğim Kara ile..
Kimseyi tanımıyordum. Pazarcı kadınlardan birine ev işleri ve eşyaların yerleştirilmesi için yardımcı bir bayana ihtiyacım olduğunu söyledim. ”Kimlerdensin? Ne iş yaparsın?” diye bir güzel sorguya çekildikten sonra evimi tarif edip dönmüştüm eve. En gerekli eşyalarımı çıkarıp bir yandan da derslerime çalışırken günler sonra Huriye çıkıp gelmişti. Yukarı köydenmiş. Hiç ev işine gitmemiş daha önce. Bu yüzden korkarak, çekinerek gelmiş. İçeri girince de tedirginliği geçmedi. Etrafa bakınırken odaya başka biri girecekmiş gibi kapılara kayıyordu bakışları. Evde yalnız olduğumuzu, Kara’dan ve benden başka kimse olmadığını eşimin en az on gün gelemeyeceğini anlattım.
Kafasında, eski Türk filmlerinde gördüğü bir hizmetçi ve hanım kompozisyonu çizmiş. O yüzden tedirginmiş. Bunu sonradan gülerek anlatmıştı bana.
Huriye o günden sonra düzenli olarak iki ay her sabah geldi ve akşam üzeri köyüne bıraktım. Fazla konuşmayı sevmeyen yapması gereken işleri gayet iyi yapan bir kızdı. Zamanla ne iş yapacağını söylememe gerek kalmadan ev yaşamımıza adapte oldu ve evin kızı gibi Kara’yı gezdirme, kek yapma, çiçeklere bakma gibi işleri de gönüllü olarak ve sevinçle üstlendi. Sınavlar için İstanbul’a gidişlerimde evimin anahtarını ona bıraktım. Dönünce hazırladığı sürprizlerle inceliğine hayran kaldım.
Huriye bizimle kaldığı sürece resim sanatı ile, klasik müzikle, edebiyatla tanıştı. Önerdiğim kitapları ödünç alıp okudu, kitap okumanın çok keyifli olduğunu anladı. Ülke gündemindeki olayları dikkatle izleyip bazen üzüldü, bazen mutlu oldu. Eğer biraz zaman ayıracak durumda isem mutfakta bir şeyler öğrenmesi için çaba gösterdim; çünkü öğrenme isteği ile dolu yetenekli bir kızdı Huriye. Ben de ondan bir şeyler öğrendim. Örneğin hamur açmayı denedim ama pek başarılı olamadım. Tığ işleri konusunda ders aldım bir kaç kez. Fena da olmadı yaptıklarım. Bu süre içinde dikkatimi çeken Huriye’nin asla özenti bir tip olmadığıydı. Giyimini kuşamını kendine yakışmayacak şekilde değiştirmeye çalışan köylü kızlar vardı çevrede. Tuhaf takılar takıp altı kaval üstü şişhane deyimini anımsatan kızlar. Huriye onlar gibi değildi. Kendi koşullarında gayet uyumlu giyiniyor, giydiklerini yakıştırıyordu.
Aradan bir ay geçince ben sormadığım halde kendi yaşamından ve öyküsünden söz etmeye başladı. Demek ki bena bunları paylaşacak kadar güven duyuyordu.
Bir ablası, iki kız kardeşi ve bir de erkek kardeşi vardı Huriye’nin. Kız kardeşlerinden biri epilepsi hastasıydı. Anne ve babası çalışkan iyi insanlardı. Yine de eğitimsiz ve dar çevre insanı olmaları yüzünden çocuklarına yeterince iyi anne baba olamamışlardı. Örneğin iki ayda gördüğüm özellikleri ile Huriye mutlaka okuması gereken zeki bir kızdı. diğer kızlar da zekiymiş, ”hele biri erkek gibidir, traktör kullanır, evde bozulan her şeyi tamir eder” diye anlattı. Epilepsi olan kız kardeş ise bilinçli bir anne babaya sahip olsa hastalığı bu denli ilerlemezdi. Bunu, babasını ikna edip bu kızcağızı götürdüğüm nöroloji uzmanı da söyledi.
Şimdilik burada kalsın Huriye’nin öyküsü. Bir dahaki yazımda evlendirilmesini ve küçük yaşta bambaşka bir ülkede yaşadığı deneyimleri anlatacağım.
Etiketler:
Huriye,
İnsan İlişkileri,
İz Bırakanlar
Huriye ile Tanışmamız
Çalışan kadınsanız, artı yazıyor ve çiziyorsanız, ev işlerini mutlaka sistemli yapmak, belli bir düzeni sağlayıp bu düzeni sürekli kılmak zorundasınız. Bu sistemi oluşturamadığınız, işleri aksattığınız zaman huzursuzluğunuz mutsuzluk boyutuna ulaşıyorsa yardım almak zorundasınız, başka yolu yok.
Zaman zaman yardıma ihtiyaç duyup ev işleri için yardımcı aldığım oldu. Sayılarını tam olarak anımsamıyorum ama gündelikçi olarak, farklı evlerde, farklı karakterde ve yaşlarda epeyce emekçi kadınla tanışmış oldum bu güne dek. Bazıları aileden biri gibi oldular, sevgimi saygımı kazandılar. Bazıları ise zaafları, karakterlerindeki olumsuzluklarla beni üzdüler.
Emeğin değerini bilen, her işe saygı duyan biri olarak onların en iyi koşullarda yorulmadan, yıpranmadan, kendi evlerinde gibi işlerini yapmalarını istedim. Bir tabloyu tamamlamak için gözlerim çift görecek kadar yorulmuşken verilen bir fincan çay için elini öptüğüm de oldu, evine kadar arabamla götürdüğüm de. Asla yaptıkları işi kendi işimden daha değersiz görmedim. Hak ettikleri ücretleri fazlası ile verdim. Yapı olarak insanlara emir verebilen, katı ve kuralcı davranan biri olmadığım için bazıları ile ilişkilerimde hayal kırıklığı yaşadım. Örneğin birinin, kendisine benim kadar değer vermeyen, neredeyse acımasızca davranan başka biri için canla başla çalıştığı halde, bizim evde yapması gereken işleri geçiştirdiğini gördüm kaç kez. Diğer işvereni benim akrabam olduğu için bu durumu gözlemlemiştim. Bir başkası çok sigara içen, çok konuşan bir hanımdı. Sağlığı için kaygılanıp defalarca uyarmıştım. Yine bir başkası soframa buyur ettiğim zaman hayret etmiş, şimdiye dek hep ayrı yedirildiğini söylemişti. Onlarla birlikte en az onlar kadar iş yaptığım bile olmuştur.
Kimi görgülü ve gururlu, kimi fırsatçı, kimi sessiz, kimi ağzı kalabalık kadınlardı. Hepsinin kendine özgü öyküleri, çıkmazları, umutları, handikapları vardı. Emeği ile para kazanan, çoluğu çocuğu için bu ağır işi yapan, eğitimi, sosyal güvencesi olmayan, çoğu kez bir iş makinesi gibi görülen bu kadınlara saygı duyuyorum.
İz bırakanları sık sık anarım. Hala iletişim kurduğum görüştüklerim var. Örneğin Huriye.
Onu yeni taşındığım, lisansüstü diplomamı almak için sabahlara dek çalıştığım ve sık sık uçak yolculuğu yaptığım günlerde buldum. Umudu kesmişken, hızır gibi yetişmişti. Üstelik insan olarak da, çalışan olarak da, aradığım tüm özelliklere sahipti. Henüz tam yerleşilmemiş bir evle, tuğla gibi ders kitapları ile ve tanımadığım bir çevre ile eşimin yurt dışı iş seyahatleri yüzünden tek başıma boğuşuyordum o günlerde. Ev yuvaya dönüşmemişti bir türlü. Yerleşmeyi yalnız başıma başarmam olanaksızdı. Pazar yerinde süt aldığım köylü kadına çekinerek sormuştum; ” evde çalışacak bir hanım arıyorum” diye..Şöyle bir süzüp, buralarda zor, bizim zenginlerin kendi beslemeleri var, gine de soralım bakalım, ”Sen kimin nesisin? Necisin?” diye bir güzel sorguya çekmişti. Evi de tarif edip bir daha kimseye sormamıştım. Zaten tanımıyordum kimseyi. Beş altı gün sonra kapım çalındı. Güneşten kızarmış, yuvarlak yüzüyle, kaşları hafif çatık güzel bir köylü kadın vardı kapıda.
-Melek abam yolladı beni..
diyordu.
Melek kim?
diye sordum.
-Pazarda süt, peynir satar. Yukarı köylüyüz biz. Ev işine hiç gitmedim ben amma eyi bilirim temizliği.
İşte öyle tanıdım Huriye’yi. Meğer ne çok çekinmiş, ”Ahlaklı iyi insanlar mı? Evlerine girip onların işçisi olacağım, ya yaramaz insanlarsa ? Gaçar giderim o vakit” dediydim , diyor.
Huriş’i size anlatmak isterim.
Can kız; emeği ile, dürüstlüğü ve gururu ile bizi kendine hayran bırakan küçük anne, kız kardeşim olsan seni ancak bu kadar sevebilirdim.
11 Yorum
Kategorisi Huriye
Etiketler:
Huriye,
İnsan İlişkileri,
İz Bırakanlar
24 Nisan 2011 Pazar
İnsanlık Anıtı yıkılsa ne olur, yıkılmasa ne olur…İnsanlık yerlerde sürünüyor zaten.
Hani şu başbakanın ”ucube” diye nitelendirip yıkım talimatı verdiği heykel bu olayla yine gündeme gelip oturdu.
Ressam Bedri Baykam, dün Beşiktaş Kültür Merkezi’nde bir toplantıya katıldı.Bedri Baykam’ın da konuşmacı olduğu toplantı, sanatçılara yapılan baskılara karşı bir duruş amaçlı bir toplantıydı. Atatürkçü söylemleri ile dikkati çeken sanatıçının AKP karşıtı olması bazı çevreleri rahatsız ediyordu. Toplantı çıkışı saldırıya uğrayan ve bıçaklanan Bedri Baykam’ın kimseden yardım alamaması inanılır gibi değil. Olay sonrası kendi çabaları ile ve yalnızca bir bayanın yardımı ile hastaneye ulaşabilen sanatçıya yardım edilmediği gibi, bir gazetenin Facebook sayfasında yayımlanan yorumlar gerçekten insanlığın yerlerde süründüğü bir toplumda yaşadığımızı gösteriyor.
Geçmiş olsun Bedri Bey.
Etiketler:
Bozuk Düzen,
İnsan İlişkileri,
İz Bırakanlar
15 Nisan 2011 Cuma
Elmalar
Bu natürmortların ortak teması elmalar.
Denise Mıckılowskı
Gerry Ball
Maarten Boffe
Dalhart Windberg
Gabrierl Picart
kirk Richards
Wells Levi
Mark Thouy
Denise Mıckılowskı
Gerry Ball
Maarten Boffe
Dalhart Windberg
Gabrierl Picart
kirk Richards
Wells Levi
Mark Thouy
14 Nisan 2011 Perşembe
Listelerin Düşündürdükleri
Günlerdir sabırsızlıkla bekliyordum aday listelerinin açıklanmasını. Şaşırdım mı? Hayır. İçime sindi mi? Hayır. Bana ters gelen, hayal kırıklığı yaşatan tercihleri ya da dışlamaları değerlendirirken , teoride ve pratikte çatışan gerçekleri de göz ardı etmemek gerektiğini biliyorum. Şöyle ki, öncelikle siyasi parti açısından hedef en çok oyu alabilmek. Yani bu işler ince hesaplar gerektirir. Listelerin belirlenmesinde, hak edenin yer almasından çok, oy hesapları ve parti içi güç çekişmelerinin belirleyici olacağını çocuklar bile tahmin edebilir.
Diyelim ki inandığınız parti, dünyanın en tutarlı kararlarını alıp en adaletli listelerini hazırladı ve ‘’ne iyi, ülke insanı bu durumun bilincine varıp tereddütsüz oyunu kullanır’’ desem kim inanır bana? Hiç kimse.. Çünkü , bu ülke insanının hangi koşullarda , hangi kıstaslarla oy verdiği gerçeğini herkes bilir. İşte o bilmem hangi sebepten bu insanları başa geçirme ve sonunu görememe kronik rahatsızlığı modundakilerin oyları çoğunlukta olduğuna göre, listelerde oynanan oyunları tartışmaya gerek var mı? Bir de kararsızlar var tabii ki. Kararsızların ve her iki tarafa da eşit uzaklıkta bulunan, kendinin de ne olduğunu pek bilemeyenlerin oylarını tırtıklamak bile önemli partiler için.
Bana göre, ‘’Ne yapsam? Kime oy versem?’’ Handikabı ise sadece listelerde olan ya da olmayan isimlerden kaynaklanmıyor. Gerçi bazı isimlerin olup olmaması son derece içimi acıtsa da, özellikle son dönem dış politikada yaklaşımlar ve ABD’ye yaranma çabaları yüzünden, zaten siyasi duruş olarak bana güven veremeyen CHP’yi nasıl değerlendireceğimi bilemiyorum.
Çünkü, yüzde on barajı nedeniyle, oyumun boşa gitmesini istemiyorum. Yani istemeye istemeye CHP’ye oy vereceğim. Altı ok çizgisinden gitgide uzaklaşan, bazı uygulamaları ve söylemleri ile AKP’den pek de farklı olmayan bir partiye kerhen oy vereceğim.
Diyelim ki inandığınız parti, dünyanın en tutarlı kararlarını alıp en adaletli listelerini hazırladı ve ‘’ne iyi, ülke insanı bu durumun bilincine varıp tereddütsüz oyunu kullanır’’ desem kim inanır bana? Hiç kimse.. Çünkü , bu ülke insanının hangi koşullarda , hangi kıstaslarla oy verdiği gerçeğini herkes bilir. İşte o bilmem hangi sebepten bu insanları başa geçirme ve sonunu görememe kronik rahatsızlığı modundakilerin oyları çoğunlukta olduğuna göre, listelerde oynanan oyunları tartışmaya gerek var mı? Bir de kararsızlar var tabii ki. Kararsızların ve her iki tarafa da eşit uzaklıkta bulunan, kendinin de ne olduğunu pek bilemeyenlerin oylarını tırtıklamak bile önemli partiler için.
Bana göre, ‘’Ne yapsam? Kime oy versem?’’ Handikabı ise sadece listelerde olan ya da olmayan isimlerden kaynaklanmıyor. Gerçi bazı isimlerin olup olmaması son derece içimi acıtsa da, özellikle son dönem dış politikada yaklaşımlar ve ABD’ye yaranma çabaları yüzünden, zaten siyasi duruş olarak bana güven veremeyen CHP’yi nasıl değerlendireceğimi bilemiyorum.
Çünkü, yüzde on barajı nedeniyle, oyumun boşa gitmesini istemiyorum. Yani istemeye istemeye CHP’ye oy vereceğim. Altı ok çizgisinden gitgide uzaklaşan, bazı uygulamaları ve söylemleri ile AKP’den pek de farklı olmayan bir partiye kerhen oy vereceğim.
10 Nisan 2011 Pazar
Hüzünlü Bir Aşk Öyküsü
Sinema denince Meryl Streep yere göğe koyamadıklarımdan.
1949 doğumlu Amerikalı oyuncu, hem tiyatroda, hem televizyon yapımlarında hem de sinema başyapıtlarında rol alıyor. iki kez Oskar Ödülü’ne layık görüldü, 13 adaylıkla da Oskar’a en çok aday olan oyuncu olma ünvanını taşıyor. Benim gibi milyonlarca hayranı var. Gelmiş geçmiş en yetenekli aktrislerden biri olarak görülüyor.
Oyuncu, New Jersey’de büyümüş. Vassar Koleji’nde drama okumuş ve buradan mezun olduktan sonra Yale Üniversitesi’nin drama bölümünde güzel sanatlar alanında master yapmış.
Birçok eleştirmen tarafından yaşayan en iyi sinema oyuncusu olarak gösteriliyor. Ayrıca rol yaparken her dili mükemmel bir şekilde konuşabiliyor.
Hakkında daha pek çok bilgi derlenebilir ama Meryl Streep'in İtalyan asıllı aktör john Cazale ile yaşadığı büyük aşk bizde pek bilinmez. Bu hüzünlü öykü meşhur Love Story filmine taş çıkartır.
Büyük aşk, Meryl henüz yeni parlıyorken yaşanmış. Şimdi, John Cazale de kim diyenler olabilir.Al Pacino'nun başrol oynadığı Dog Day Afternoon filmindeki "Sal" rolü ile çıkardığı müthiş performansı anımsayanlar mutlaka vardır.
Oynadığı beş uzun metrajlı filmin beşi de Akademi Ödülleri'ne En İyi Film kategorisinden aday gösterilmiştir.
Şimdi asıl konumuza dönecek olursak, yani Meryl ile John'un büyük aşkına;
Aktör 1962'de başladığı sinema kariyerinde çok iz bırakan karakterleri canlandırmış ama 1978'de kariyeri sonlanmış. Çünkü kemik kanserinden ölmüş. Öldüğü sıralarda Meryl Streep'le nişanlılarmış. Sinema ile ilgili bir belgeselde John Cazale' nin kısa yaşamını, sanat kariyerini ve son günlerini izledim. Hastalıkla nasıl mücadele ettiğini, Meryl Streep'in onun son anına dek verdiği desteği görünce büyük oyuncuya hayranlığım daha da arttı.
1949 doğumlu Amerikalı oyuncu, hem tiyatroda, hem televizyon yapımlarında hem de sinema başyapıtlarında rol alıyor. iki kez Oskar Ödülü’ne layık görüldü, 13 adaylıkla da Oskar’a en çok aday olan oyuncu olma ünvanını taşıyor. Benim gibi milyonlarca hayranı var. Gelmiş geçmiş en yetenekli aktrislerden biri olarak görülüyor.
Oyuncu, New Jersey’de büyümüş. Vassar Koleji’nde drama okumuş ve buradan mezun olduktan sonra Yale Üniversitesi’nin drama bölümünde güzel sanatlar alanında master yapmış.
Birçok eleştirmen tarafından yaşayan en iyi sinema oyuncusu olarak gösteriliyor. Ayrıca rol yaparken her dili mükemmel bir şekilde konuşabiliyor.
Hakkında daha pek çok bilgi derlenebilir ama Meryl Streep'in İtalyan asıllı aktör john Cazale ile yaşadığı büyük aşk bizde pek bilinmez. Bu hüzünlü öykü meşhur Love Story filmine taş çıkartır.
Büyük aşk, Meryl henüz yeni parlıyorken yaşanmış. Şimdi, John Cazale de kim diyenler olabilir.Al Pacino'nun başrol oynadığı Dog Day Afternoon filmindeki "Sal" rolü ile çıkardığı müthiş performansı anımsayanlar mutlaka vardır.
Oynadığı beş uzun metrajlı filmin beşi de Akademi Ödülleri'ne En İyi Film kategorisinden aday gösterilmiştir.
Şimdi asıl konumuza dönecek olursak, yani Meryl ile John'un büyük aşkına;
Aktör 1962'de başladığı sinema kariyerinde çok iz bırakan karakterleri canlandırmış ama 1978'de kariyeri sonlanmış. Çünkü kemik kanserinden ölmüş. Öldüğü sıralarda Meryl Streep'le nişanlılarmış. Sinema ile ilgili bir belgeselde John Cazale' nin kısa yaşamını, sanat kariyerini ve son günlerini izledim. Hastalıkla nasıl mücadele ettiğini, Meryl Streep'in onun son anına dek verdiği desteği görünce büyük oyuncuya hayranlığım daha da arttı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)