Geçen yılın yaz başlangıcıydı. Erje Ayden’in Türkçe’ye çevrilmemiş bir romanını (Ayrılık Acısı) okuyordum. Erje Ayden Amerika’da yazdığı çoğu polisiye türü olan ronmanları ile tanınan ilginç kişilikli bir Türk yazar. Bu güne dek hiç bir romanı Türkçe’ye çevrilmemiş nedense. Daha sonra ayrıca söz edeceğim kendisinden ve kitaplarından.
Rutin işleri düzenleyip kocaman bir demlik dolusu çayımla ve kitabımla verandaya atıyordum kendimi. Huriye’de bir yandan ev işleri ile uğraşıyor, arada bir şeyler söylemek ya da sormak için geliyordu yanıma. ” Kara’nın maması bitmiş abla, alıp geleyim mi?” ya da ”bugün yaprak saralım mı?”
Kitabımı okumaya başlayınca reel dünyamdan koparım çoğu kez. Bazen hayret sözcükleri çıkar ağzımdan, bazen güler bazen de kızarım. İşte yine böyle dalmışken Huriye’nin bana merakla baktığını farkettim. ”Abla ne okuyon?” dedi. ”Ayrılık Acısı diye bir roman”, dedim. Romanın adı ilgisini çekti ve hemen talip oldu okumaya. ” Bitirince ben de okuyayım” dedi heyecanla.
”Okuyamazsın Huriye’cim, bu kitap İngilizce, çevirisi de yok bildiğim kadarıyla” dedim. O an gözlerindeki hayal kırıklığı etkiledi beni. ” Merak etme, bir başyapıt sayılmaz, hem ben sana özet olarak anlatırım bitirince” dedim ama ”Keşke ben de İngilizce bilseydim ” diye söylendi. Kitabı bırakıp gülümsedim;
”İstersen öğrenebilirsin, bu imkansız değil. ” deyince, beklediğim soru geldi. ”Sen öğretir misin?
Hiç düşünmeden yanıtladım:
-Tabii ki öğretirim, seve seve..
Ne var ki, bir dili iyi derecede konuşabilmek, okuyup yazabilmek, kolay öğretmenin garantisi değil. Dil öğrenmenin teknikleri var. Ben öğretmen olmadığama göre doğal yöntemi seçmek zorundaydım. Lisedeyken bize İngilizce öğretmek amacı ile uygulanan yöntemlerin ne kadar ilkel ve yetersiz olduğunu, 90 yıldır öğrencileri sıkan Misis ve Mister Brown dialoglarını geçirdim aklımdan. Biz Huriye ile bir çocuğun konuşmayı annesinden öğrenmesi gibi günlük yaşam dialogları şeklinde çalışacaktık. Yeri geldikçe de yazma okuma çalışmaları yapacaktık. Daha sonra ona dil öğreten profesyonel Cd setlerinden de aldım. İngilizce yazılmış bir kitabı okuyacak düzeye gelmesi için sıkı çalışmalara girişmesi gerektiğini söyledim. Bu işlerin sabır istediğini, bir kaç günde sıkılabileceğini anlattım. Biraz tereddüt etti, ”Acaba benim işime yarar mı bu İngilizce? ” diye düşündü. ”Yaramaz olur mu? En azından kitap okur, film izlersin, bir işe girebilirsin ” diye heveslendirdim.
Ve Huriye ile derslere başladık.
Huriye yaz boyunca işlerini bitirip İngilizce çalıştı. Her gün yeni sözcükler, yeni cümle kalıpları öğrendi. Sayfalar dolusu yazdı, okudu ve o yaz bir lise öğrencisinden daha iyi İngilizce öğrendi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder