Huriye’nin köyünün kadınları.
Huriye ile nasıl tanıştığımızı anlatmıştım size. Okumamış olanlar için kısaca söz edeyim.
Hiç tanımadığım bir kentin şirin sahil kasabasına yeni taşınmıştık. Aslında taşınma değil bir kaçıştı bizim durumumuz. Büyük kentin karmaşasından, temposundan ve stresli yaşantısından kaçıp sakin bir yerde kafamızı dinleyip daha üretken olmayı başarmaktı amacımız. Eşim işleri nedeni ile sık sık diğer illere ve yurt dışına gidip geliyordu. Bense lisansüstü eğitimimi tamamlayıp yarım kalan tablolarıma devam etmek zorundaydım. Bu yüzden neredeyse ani bir kararla taşınıverdik bilmediğimiz bu yere. Hatta evi bile görmeden her nasıl olursa olsun razıyım diyerek gelmiştim gelmesine ama uzunca bir süre yaşayacağım evin yuvaya dönüşmesini de çok istiyordum. Tam o günlerde eşim yine önemli bir iş için Yunanistan’a gitti. Yerleşilmemiş bir evle, ders kitaplarımla başbaşa tek başıma kalakaldım. Bir de köpeğim Kara ile..
Kimseyi tanımıyordum. Pazarcı kadınlardan birine ev işleri ve eşyaların yerleştirilmesi için yardımcı bir bayana ihtiyacım olduğunu söyledim. ”Kimlerdensin? Ne iş yaparsın?” diye bir güzel sorguya çekildikten sonra evimi tarif edip dönmüştüm eve. En gerekli eşyalarımı çıkarıp bir yandan da derslerime çalışırken günler sonra Huriye çıkıp gelmişti. Yukarı köydenmiş. Hiç ev işine gitmemiş daha önce. Bu yüzden korkarak, çekinerek gelmiş. İçeri girince de tedirginliği geçmedi. Etrafa bakınırken odaya başka biri girecekmiş gibi kapılara kayıyordu bakışları. Evde yalnız olduğumuzu, Kara’dan ve benden başka kimse olmadığını eşimin en az on gün gelemeyeceğini anlattım.
Kafasında, eski Türk filmlerinde gördüğü bir hizmetçi ve hanım kompozisyonu çizmiş. O yüzden tedirginmiş. Bunu sonradan gülerek anlatmıştı bana.
Huriye o günden sonra düzenli olarak iki ay her sabah geldi ve akşam üzeri köyüne bıraktım. Fazla konuşmayı sevmeyen yapması gereken işleri gayet iyi yapan bir kızdı. Zamanla ne iş yapacağını söylememe gerek kalmadan ev yaşamımıza adapte oldu ve evin kızı gibi Kara’yı gezdirme, kek yapma, çiçeklere bakma gibi işleri de gönüllü olarak ve sevinçle üstlendi. Sınavlar için İstanbul’a gidişlerimde evimin anahtarını ona bıraktım. Dönünce hazırladığı sürprizlerle inceliğine hayran kaldım.
Huriye bizimle kaldığı sürece resim sanatı ile, klasik müzikle, edebiyatla tanıştı. Önerdiğim kitapları ödünç alıp okudu, kitap okumanın çok keyifli olduğunu anladı. Ülke gündemindeki olayları dikkatle izleyip bazen üzüldü, bazen mutlu oldu. Eğer biraz zaman ayıracak durumda isem mutfakta bir şeyler öğrenmesi için çaba gösterdim; çünkü öğrenme isteği ile dolu yetenekli bir kızdı Huriye. Ben de ondan bir şeyler öğrendim. Örneğin hamur açmayı denedim ama pek başarılı olamadım. Tığ işleri konusunda ders aldım bir kaç kez. Fena da olmadı yaptıklarım. Bu süre içinde dikkatimi çeken Huriye’nin asla özenti bir tip olmadığıydı. Giyimini kuşamını kendine yakışmayacak şekilde değiştirmeye çalışan köylü kızlar vardı çevrede. Tuhaf takılar takıp altı kaval üstü şişhane deyimini anımsatan kızlar. Huriye onlar gibi değildi. Kendi koşullarında gayet uyumlu giyiniyor, giydiklerini yakıştırıyordu.
Aradan bir ay geçince ben sormadığım halde kendi yaşamından ve öyküsünden söz etmeye başladı. Demek ki bena bunları paylaşacak kadar güven duyuyordu.
Bir ablası, iki kız kardeşi ve bir de erkek kardeşi vardı Huriye’nin. Kız kardeşlerinden biri epilepsi hastasıydı. Anne ve babası çalışkan iyi insanlardı. Yine de eğitimsiz ve dar çevre insanı olmaları yüzünden çocuklarına yeterince iyi anne baba olamamışlardı. Örneğin iki ayda gördüğüm özellikleri ile Huriye mutlaka okuması gereken zeki bir kızdı. diğer kızlar da zekiymiş, ”hele biri erkek gibidir, traktör kullanır, evde bozulan her şeyi tamir eder” diye anlattı. Epilepsi olan kız kardeş ise bilinçli bir anne babaya sahip olsa hastalığı bu denli ilerlemezdi. Bunu, babasını ikna edip bu kızcağızı götürdüğüm nöroloji uzmanı da söyledi.
Şimdilik burada kalsın Huriye’nin öyküsü. Bir dahaki yazımda evlendirilmesini ve küçük yaşta bambaşka bir ülkede yaşadığı deneyimleri anlatacağım.
Huriye ile nasıl tanıştığımızı anlatmıştım size. Okumamış olanlar için kısaca söz edeyim.
Hiç tanımadığım bir kentin şirin sahil kasabasına yeni taşınmıştık. Aslında taşınma değil bir kaçıştı bizim durumumuz. Büyük kentin karmaşasından, temposundan ve stresli yaşantısından kaçıp sakin bir yerde kafamızı dinleyip daha üretken olmayı başarmaktı amacımız. Eşim işleri nedeni ile sık sık diğer illere ve yurt dışına gidip geliyordu. Bense lisansüstü eğitimimi tamamlayıp yarım kalan tablolarıma devam etmek zorundaydım. Bu yüzden neredeyse ani bir kararla taşınıverdik bilmediğimiz bu yere. Hatta evi bile görmeden her nasıl olursa olsun razıyım diyerek gelmiştim gelmesine ama uzunca bir süre yaşayacağım evin yuvaya dönüşmesini de çok istiyordum. Tam o günlerde eşim yine önemli bir iş için Yunanistan’a gitti. Yerleşilmemiş bir evle, ders kitaplarımla başbaşa tek başıma kalakaldım. Bir de köpeğim Kara ile..
Kimseyi tanımıyordum. Pazarcı kadınlardan birine ev işleri ve eşyaların yerleştirilmesi için yardımcı bir bayana ihtiyacım olduğunu söyledim. ”Kimlerdensin? Ne iş yaparsın?” diye bir güzel sorguya çekildikten sonra evimi tarif edip dönmüştüm eve. En gerekli eşyalarımı çıkarıp bir yandan da derslerime çalışırken günler sonra Huriye çıkıp gelmişti. Yukarı köydenmiş. Hiç ev işine gitmemiş daha önce. Bu yüzden korkarak, çekinerek gelmiş. İçeri girince de tedirginliği geçmedi. Etrafa bakınırken odaya başka biri girecekmiş gibi kapılara kayıyordu bakışları. Evde yalnız olduğumuzu, Kara’dan ve benden başka kimse olmadığını eşimin en az on gün gelemeyeceğini anlattım.
Kafasında, eski Türk filmlerinde gördüğü bir hizmetçi ve hanım kompozisyonu çizmiş. O yüzden tedirginmiş. Bunu sonradan gülerek anlatmıştı bana.
Huriye o günden sonra düzenli olarak iki ay her sabah geldi ve akşam üzeri köyüne bıraktım. Fazla konuşmayı sevmeyen yapması gereken işleri gayet iyi yapan bir kızdı. Zamanla ne iş yapacağını söylememe gerek kalmadan ev yaşamımıza adapte oldu ve evin kızı gibi Kara’yı gezdirme, kek yapma, çiçeklere bakma gibi işleri de gönüllü olarak ve sevinçle üstlendi. Sınavlar için İstanbul’a gidişlerimde evimin anahtarını ona bıraktım. Dönünce hazırladığı sürprizlerle inceliğine hayran kaldım.
Huriye bizimle kaldığı sürece resim sanatı ile, klasik müzikle, edebiyatla tanıştı. Önerdiğim kitapları ödünç alıp okudu, kitap okumanın çok keyifli olduğunu anladı. Ülke gündemindeki olayları dikkatle izleyip bazen üzüldü, bazen mutlu oldu. Eğer biraz zaman ayıracak durumda isem mutfakta bir şeyler öğrenmesi için çaba gösterdim; çünkü öğrenme isteği ile dolu yetenekli bir kızdı Huriye. Ben de ondan bir şeyler öğrendim. Örneğin hamur açmayı denedim ama pek başarılı olamadım. Tığ işleri konusunda ders aldım bir kaç kez. Fena da olmadı yaptıklarım. Bu süre içinde dikkatimi çeken Huriye’nin asla özenti bir tip olmadığıydı. Giyimini kuşamını kendine yakışmayacak şekilde değiştirmeye çalışan köylü kızlar vardı çevrede. Tuhaf takılar takıp altı kaval üstü şişhane deyimini anımsatan kızlar. Huriye onlar gibi değildi. Kendi koşullarında gayet uyumlu giyiniyor, giydiklerini yakıştırıyordu.
Aradan bir ay geçince ben sormadığım halde kendi yaşamından ve öyküsünden söz etmeye başladı. Demek ki bena bunları paylaşacak kadar güven duyuyordu.
Bir ablası, iki kız kardeşi ve bir de erkek kardeşi vardı Huriye’nin. Kız kardeşlerinden biri epilepsi hastasıydı. Anne ve babası çalışkan iyi insanlardı. Yine de eğitimsiz ve dar çevre insanı olmaları yüzünden çocuklarına yeterince iyi anne baba olamamışlardı. Örneğin iki ayda gördüğüm özellikleri ile Huriye mutlaka okuması gereken zeki bir kızdı. diğer kızlar da zekiymiş, ”hele biri erkek gibidir, traktör kullanır, evde bozulan her şeyi tamir eder” diye anlattı. Epilepsi olan kız kardeş ise bilinçli bir anne babaya sahip olsa hastalığı bu denli ilerlemezdi. Bunu, babasını ikna edip bu kızcağızı götürdüğüm nöroloji uzmanı da söyledi.
Şimdilik burada kalsın Huriye’nin öyküsü. Bir dahaki yazımda evlendirilmesini ve küçük yaşta bambaşka bir ülkede yaşadığı deneyimleri anlatacağım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder