28 Şubat 2011 Pazartesi

California'da Geçen Güzel Günler



Öğleden  sonra hava  oldukça  sıcak  olduğu  halde, çay keyfimiz  için  sabırsızlanarak koştum  Sera  Lou'nun bahçesine. Bahçenin  en  gölge yerine, yanyana dikilmiş üç  zeytin  ağacının  altına hazırlamıştı  masayı. Pembe  çiçekli  beyaz  ağırlıklı  bir masa  örtüsü  sermiş,  bu  kez  porselen  fincanları  tercih  etmişti.  Vanilya  kokulu   iyi kabarmış bir kek ve bahçedeki limon  ağacından koparılıp dilimlenmiş  limon  vardı  masada. Yaseminler  mis  gibi  kokuyordu. Gözüm dizüstü  bilgisayarı  aradı;  sabırsızlanıyordum  yazdıklarını  okumak  için.  ''Çay  15  dakikaya kadar  hazır  olur. Kara  nerede?'' diye  sordu. ''Kara (köpeğim)  ve  eşim  köye  gittiler, balık  almaya, akşama  sen  de  gel  istersen'' dedim.  Sadece  gülümsedi, yanıt  vermedi. Belli  ki  akşam  yazmak  istiyordu. Ben  de  balıkları  pişirip biraz  da  salata ile getiririm  diye  geçirdim  aklımdan..


Doğrusu  bu  gün  babasını  tanımak  istiyordum. Eğer  yazdığı  bölümde  babasından  söz  ediyorsa  öğrenebilecektim  nasıl  biri olduğunu. Biraz  kendi  babamdan söz  açıp belki  onun  da  anlatmasını  sağlayabilirdim  ama bu  zeki  kadın  babasını  merak  ettiğimi  anlayıp  içten  içe  kırılabilirdi. Aslında  benim  de  tercihim  anlatmak  istediğini  içinden  geldiğince paylaşmasıydı.  Neyse ki dizüstü bilgisayarı getirip en  az  benim  kadar  istekle yazdığı  bölümü  okumamı  istedi. Sera  mutfağa  gidip  geliyor, bahçedeki  kedilerle  konuşuyordu.  Ben  de  mutfaktan  çaydanlığı  alıp servise  başladım. O  güzel  çaylı kekli  okuma  ve  paylaşım anlarımız  başlamıştı.


Sarah bu  bölümde, dokuz   on  yaşlarındayken California'da küçük  bir  çiftliği  olan,  orada  portakal  yetiştiren dedesinin  ve anneannesinin yanında yaşadığı mutlu  çocukluk anılarını anlatmış. Çiftlikte at,  koyun,  domuz  ve  köpeklerle  geçen  macera  dolu günlerinden,  anneanne  ve  dedesinden söz  etmiş. Portakalın  yanı  sıra  o  çiftlikte yetiştirilen bal kabaklarını,  badem,  nar,  domates  ve  enginar  gibi  ürünlerle, California'da yemeğe  alıştığı  deniz  ürünlerini  burada  da bulmaktan  çok  mutlu  olduğunu  söyledi.  Çocukluğuna  ait  tek güzel  anının  bu  çiftlikte geçen  günleri  olduğunu   anlattı. Çiftlikte  çalışan  uzak  doğu  kökenli  ailelerin çocukları  ile  çok  hoş  ve  renkli  arkadaşlıklar kurmuş.  

Ayrıca Sarah,  California'lı  tarım  işçisi yoksul  bir  ailenin  çocuğu  olan  yazar  John Steinbeck'in  büyük  hayranıydı.  Fareler  ve  İnsanlar, Gazap  Üzümleri  gibi  romanlarını henüz  çocukken  okumuş. Bana  Steinbeck'in  yaşam  öyküsünü  anlatmıştı. ''Ben  de  çok  beğenirim  yapıtlarını '' deyince  çok  sevinmişti. 

Sarah  bu  çiftlikte  hem  doğayı  tanımış, hem  de  annesinden  ve  babasından  göremediği  sevgiyi, ilgiyi  anneannesi  ile  dedesinden  fazlası  ile  görerek çocuk  ruhunda  açılan  yaralarını  sağaltmıştı. Çiftliğe  bir  an  önce  gitmek  için  okulun  tatil  olmasını  beklermiş ama  diğer  yandan  da  çok  sevdiği  öğretmeni Bayan Taylor'ı  özleyeceği  için  üzülürmüş. Ben  bugün Sarah'nın  babasını  tanımayı ummuştum ama  anneannesini  ve dedesini tanıdım. Gerçi  babasının  alkol  sorununu,  annesi  ile  pek  iyi  anlaşamadığını  biliyordum. Sarah 'yla olan  ilişkileri  hakkında  pek  bilgim  yoktu. Yeri  gelince  öğrenecektim nasıl  olsa.


Anneanne  ve  dede çalışkan,  dürüst  insanlarmış. Anneanne  yerine  göre  biraz  sert olsa  da  Sarah'yı çok  seven,  bunu  göstermekten  de  hiç  kaçınmayan  bir  kadınmış.  Dedesi  ise  Sarah'yı  taparcasına  seven bir  adammış. Zaten Sarah'nın  eğitim masraflarını, evlenirken  çeyizini yapan  ve  ona  şehirde  bir  ev  satın  alan  kişi dedesi..


Anneannesi, yıllar  boyu  kocası  ile  birlikte  en  ağır  işleri bile  sızlanmadan  yapan, çiftliğin  her  köşesinde  emeği  olan disiplinli  ve  becerikli  bir toprak  kadınıymış. Sarah  hayvan  sevgisini  ondan  aldığına  inanıyor. Ayrıca  gerektiğinde çiftlik  çalışanlarına ebelik,  hemşirelik  bile  yapan  bu  fedakar  kadının üç  kızından  biri  olan annesi  ile  aralarında  olması  gereken  duygusal  bağda  bir  sorun  olduğunu  da hissetmiş  Sarah. Sarah'ın  annesi  de  çok  çalışkan  bir kızmış. Çiftlik  hayatında  epeyce  ağır  işlerde  çalışmış genç  kızlığında. Biraz  daha  uçarı  olan  kız  kardeşlerine  göre  daha  çok  ezilmiş. Belki  de  bu  nedenle  annesinin de anneannesi  ile pek  sıcak  ana  kız  ilişkileri  yokmuş. Sarah, babası  ile  evleninceye  dek  çiftlikte  yaşayan  annesi  ile  anneannesinin  arasında  bir  soğukluk  olduğunu,  buna  rağmen  anneannesinin  kızına  toz  kondurmadığını fark etmiş. '' Belki  de  annem  kendi  annesi  ile tam  olarak kuramadığı  ana  kız  bağının yetersizliği  yüzünden benimle  de  o  bağı  kuramadı''  diyor.  Yalnız  aradaki  fark  şu  ki; anneanne hiç  bir  zaman  kızına aşağılayıcı  ve  kırıcı  davranmamış. ''Böyle  bir  şey olduğunu hiç  görmedim'' diyor Sarah. Anneannem  her  zaman, ''O  çok  sinirli,  evliliği  de  iyi  gitmiyor,  bu  yüzden  anlayışlı  olmamız  lazım'' derdi.  Ne  yazık  ki bu  anlayış  hep tek yönlü  olmuş. Anneanne  kızından  asla  anlayış  görmemiş.  Hatta, yıllar  sonra,  anneanne 80 yaşındayken  kalçasını  kırıp  yatağa  düşünce,   anneanneye  bakmakta olan  teyzesine yardım  için zorunlu  olarak  çiftliğe  gelen  annesinin  hasta  yatağındaki  anneannesine çok  sert  davrandığını,  onu kıracak  tavırlar sergilediğini ve  bu  duruma  çok  üzüldüğünü  anlatıyor.


..................


Şimdilik  burada  noktalayalım.  Kim  bilir  belki  devamı  gelir..

27 Şubat 2011 Pazar

Sevgili Komşum Sarah

Sarah elindeki  demliği bahçesindeki  musluktan doldurup içindeki  çay yaprağı kalıntılarını  soğuttuktan  sonra tomurcukluklarla   dolu sardunyaların  dibine özenle  döktü. Bir  kaç  sararmış  yaprağı  koparıp çöpe  attı  ve ''Günaydııın!'' diyerek bana  el  salladı. Hanımellerinin enfes  kokusu  eşliğinde kahvemi  yudumlarken  gülümseyerek  komşumu  izliyordum  bahçemden. Köpeğim ''izin  ver  gideyim  yanına '' der  gibi  bakıyordu. Ben  hadi  git, Sarah  sevsin  seni'' der  demez fırladı. Bahçe  kapısını  açmamdan  bir  kaç  saniye  sonra Sarah'nın  önünde  başını  uzatmış  sevmesini  bekliyordu. Sonra  da Sarah'nın  köpeği Scarlet'le oynuyorlardı yoruluncaya  dek.


Amerikalı  komşum  çay  keyfi  yapmış,  bense üzerine sıcak  su  dökülmüş granül  kahveyle  uyanmaya  çalışıyordum.  Bu  bir tezattı  aslında. Çayı  sevmediğimden  değil,  kolay  gelmişti güne  kahve  ile  başlamak. ''İşlerini  bitirince bana  gel, çay  içer sohbet  ederiz''  dedi.  Sarah'yı sıkı bir  çay  tiryakisi  yaptığımızı düşündüm.  Tıpkı  evde  terlik  giymeyi,  alışveriş yaparken pazarlık  etmeyi, pişirdiği  ilginç yemeklerden, elmalı  turtalardan  bir  tabağa  koyup  komşuya vermeyi  öğrendiği  gibi,  çay  demlemeyi  ve verandada çay  keyfi  yapmayı  da  öğrenmişti yıllardır. İnce  belli çay  bardakları ile içilen  çaylar, nefis  turtaları ve yöresel  kahvaltılıkları  içeren  kahvaltı  tabakları  eşliğinde  olursa, sahilde  başlayıp  dağ  yoluna  tırmanılan,  biraz  dinlenilip  dönülen  uzun  bir  yürüyüşle sona  eriyordu.  Köpeklerimiz  de  bize  eşlik  ediyordu  bu  yürüyüşte.
Bu  günkü çay  keyfimizde biraz  babasını   anlatmasını isteyecektim. Çocukluğunda  annesinden  yana  nasıl  yaralı  olduğunu  biliyordum  ama  babasının  da  bunda  payı  olduğunu  sezmiştim. Babasından  söz  ederken,  biraz  öfke,  biraz  acıma  duyguları hissedilse de  onu  sevdiği  anlaşılıyordu. Kitabında  mutlaka  ilerliyordu;  bir  haftadır  yeni  bir  bölümden  söz  etmemişti  ama  akşamları  yazdığını  biliyordum.. Belli  ki  bu  gün bana yeni  bir  bölümün  taslağını  okuyacaktı.


Bunları  sizlerle  paylaşırken  aklıma  şöyle  bir  şey geldi:
Belki  de dünyada  ilk  olarak  yazılmakta  olan bir  kitabı ve kitabın baş  kişisini  anlatan  ikinci  bir biyografi  kitabı  oluşuyor. Şu  an  olduğu  gibi zaman  zaman  güncel  durumuları  da  yazdığım  için asıl  kitaptan  günümüze  açılan  bir  kapı  oluyor  bu  anlattıklarım. Aslında  kitap olacağını  sanmıyorum  yazdıklarımın  ama seviyorum  yazmayı..

26 Şubat 2011 Cumartesi

Katliam Başlıyor



''Yakında  yine  bir  katliam  başlayacak'' cümlesi  ile  başladı haberine  tv  spikeri.
Kanada’da her yılın 15 Kasım ila 15 Mayıs tarihleri arası,  fok balıklarını avlama mevsidir. Mart ayının son haftalarına doğru ise, av şiddetlenir; bembeyaz St. Lawrence körfezi,  fok kanlarından kıpkırmızı kesilir. 


Kanada Hükümeti ısrarla fok avını desteklemeye devam ediyor. yıllardır izin verdikleri ve iki ay içerisinde binlerce fokun ölümüne sebebiyet veren bu ülke bu yıl da aynı görüntülere sahne oluyor. Birkaç günlük hayvanlar çivili sopalarla öldürülüyor. Hatta bazıları tamamen ölmeden derileri yüzülüyor. Dünya‘nın her yerinde bu olayı protesto için binlerce insan yürüyor, seslerini duyurmaya çalışıyor ama Kanada hükümeti ahlaksızlığında diretmeye devam ediyor.

24 Şubat 2011 Perşembe

Sarah Lou'nun Çocukluk Yılları


Bu  tür  bir  fotoğrafa hala  bakamadığını  söyledi  içtenlikle ve  ekledi, ''ben hiç  yaşayamadım''

Annesinden  yana  yaralıydı  Sarah Lou. Nedense annesi  ile  asla ana  kız  olamamışlardı. Üstelik  bunun  nedenlerini  araştırmaktan  beyni  patlamıştı  ta  çocukluk  yıllarından  beri.  Annesinin  sevgisini   hak edememenin  gizli  utancı ile  yaşamağa  çalışırken,  yaşamı  boyunca  bir  yanı  eksik  kalmıştı  adeta.  Oysa  ne  çok  isterdi o  da  annesi  tarafından  sevilip  şımartılmayı. Annesi  ile  o  dünyanın  en  güzel  bağını  kuramayanlardan  olması  onun  tercihi  değildi. Bunu  hiç  bir  çaba  göstermeden  başarıp  da,  yoksun  olanları yadsıyan  hatta kınayan  ana  kızların küçümseme  ve  şüphe  ile  değerlendirmelerine  de  maruz  kalmıştı.  Her  toplumda  doğanın  bu  tür  şaşırtmacaları  olabileceğini bilmiyordu  henüz. O yalnızca  kendi  gerçeğini  hissedebiliyordu.

Kendisini  doğurduğu  için  öfke  duyan  bu  kadın bir  kez  olsun  ona sevgi  ile  sarılmamıştı. Mutsuz  ve  mutlu anlarında yanında  olduğunu  söylememişti.  Arkadaşlarını   ve  annelerini   gözlemlemişti   dikkatlice.  Farklı  karakterde  ve  kültür  düzeyindeki  kadınların kızlarına sevgilerini  nasıl  ifade  ettiklerini  incelemiş, hafızasına  kaydetmişti  en  ince  ayrıntıları  ile. Kendine  ve  annesine  baktığı  zaman  kırıntısını  bile görememenin  acısı git  gide  büyümüştü  içinde. O  annelerin  her  birini  kendi  annesi  olarak  hayal ederdi ara  sıra. Hatta bir  sabah uyanınca öğretmeni Mrs Taylor'u annesi  olarak  bulmak  için dua  ederdi.

Annesinin  biraz  olsun  sevgisini  ve beğenisini  kazanabilmek  için  az  çaba  göstermemişti  çocukluk  yıllarında. Okul  başarısı  öğretmeninin, başka  anne  babaların  dikkatini  çekiyordu ancak  annesi  için  zaten  olması  gereken  bir  durumdu.  Fizik  olarak  dikkat  çekecek  kadar  güzel  bir  çocuk  sayılmazdı  ama  sevimli  ve  zekiydi.  Annesi  ona sürekli aşağılayıcı  sözcüklerden  oluşan  takma  isimlerle  seslenirdi. ‘’Pasaklı, kara  böcek, ayran gözlü’’ gibi . En  çok  da  o  sözcüğe  içerler,  dakikalarca aynada  gözlerine  bakar,  başka  hiç  kimseden  duymadığı  bu  saçma  benzetmenin  anlamını  çözmeye  çalışırdı. Annesinin  sistemli  olarak  aşağılık  duyguları  aşıladığını  fark etmeden  çocuk  kalbi  acı  çekerdi..

23 Şubat 2011 Çarşamba

Sevgili Komşum Sarah Lou


Sarah Lou Johnson, yakından  tanıdığım  tek  Amerikalı. 30  yıldır bizden  biri  olmuş. Bir  sahil  kasabasında tanıştım  onunla. Ben  sadece  yaz mevsiminin  bir  bölümünü  geçirmek  için  oradaydım.  Sarah  ise çoktan  yerleşmiş. Sade ve mütevazı  bir  yaşam kurmuş. Bahçesi ile  hayvanları  ile  ilgileniyor. Komşuları  ile belli  bir  düzeyde,  karşılıklı saygıya dayalı ilişkileri  var. Doğaya saygılı, insanlara  değer  veren  biri. Bir  Amerikalı  gibi  yaşamıyor  ama  bir  Türk  gibi  de  yaşamıyor.  İki  farklı  kültürü  bir  güzel  harmanlamış. Nasıl  geldiğini  ayrıntıları  ile  bilmiyorum  ama eşi  ile  gelip  yerleşmişler  ve o  yalnız  devam  etmek  zorunda  kalmış Türk  tarzı ağırlıklı yaşamına. Belli  ki  sevmiş  buraları. En  çok  da  sokak hayvanlarını, bahçesini ve denizi..


Hani  deriz  ya  hep,  ''Emekli  olunca bir  sahil  kasabasında,  doğa  ile  kucak  kucağa sakin  bir  yaşam hayal  ediyorum''  diye.  Özellikle şehrin  kargaşası,  trafiği, insanların  gergin  ve  asık  suratlı  hali çekilmez  hale  gelince  kurarız  bu  hayali.  Sanki  sakin  sahil  kasabalarında hiç  derdimiz  tasamız  olmayacakmış  gibi. Oradaki  insanların  yüzü  hep  gülecek  sanırız. Dalga  sesleri, kuşlar, beyaz  badanalı  evler, çiçekler süsler  hayalimizi. Ben  bu  hayalin  uygulamada  nasıl  olacağını görmek,  yaşamak  istedim. Öyle ya,  insanoğlu kolay  kolay  memnun  olmaz. O  şikayet  ettiğimiz  kent  yaşamını  ararız  bir  kaç  hafta  sonra. .  Neyse  bu  ayrı  konu. Deneyimlerimi  sonra  paylaşırım  belki..


Aslında  Sarah  Lou'dan  söz  edecektim. Annemden  bir  kaç  yıl  önce Manhattan'da dünyaya  gelmiş.  Yine  de  komşu  olarak  başlayan  ilişkimiz  arkadaşlığa  dönüştü. İnsanın  annesi  yaşında  arkadaşı  olması  tamamen  kişilerin  kapasite  ve yaşama  bakış  açıları  ile  ilgili.. Zor  bir  çocukluk  geçirmiş  ama  iyi  de  bir  eğitim  almış  ülkesinde.  Zor  çocukluğu  ise  maddi  zorluklardan  çok annesi ve  teyzeleri ile  ilişkilerinden ve  babasının  alkol  sorunundan,  zayıf  karakterinden  kaynaklanmış.


Öncelikle  söyleyeyim  ki,  bana  yaşam  öyküsünü  anlatmadı.  Tanışmamızdan  bir  kaç  hafta  sonra karşılıklı  çay  davetlerimiz  sırasında  biraz  sohbet  ettik. Benim  kitaplara  olan  düşkünlüğüm  ilgisini  çekti.  Bir  süre  sonra  Sarah  Lou'nun yazdığını  farkettim. İngilizce  ve  Türkçe  olarak   aynı  anda otobiyografisini  yazıyordu. Amerika'da  hemen  herkesin  kitap  yazdığını  düşünürsek  pek  şaşırmadım  ama  bu  hanım  edebiyat  dalında  ileri  eğitim  almış  biri. Arkadaşlık  ilerleyince yazdıklarını  ve  bazı  notlarını  benimle  paylaşmaya başladı. Her  ne  kadar  mükemmel  Türkçe  konuşsa  da  bazen  yardım  istediği  oluyordu. Yazdıklarını  okuyunca yazma  işine verdiği  önemi  ve  amacını  kavradım.  Psikolojik  insan  analizleri ile  dolu, ironik,  insanın diğer  insanları, kendisini  ve yaşamı  tanımasına  ışık  tutacak  etkileyici  bir anlatımı  vardı.


Ve  gördüm ki, Sarah Lou'nun yaşamında  ta  çocukluk  yıllarında başlayan  zorlukların  nedeni, insan  ilişkilerinin evrensel  sorunları.  Yani ülke, kültür,  gelenek  görenek gibi  farklılıklara  rağmen  dünyanın  her  yerinde benzer  sorunlar  yaşanabiliyor. Kısacası,  bir  insanın adına   yaşam denilen  yolculuğunda, sevginin ne  denli  gerekli  bir unsur  olduğu,  yoksunluğunda yaşanan  acılar  ve   buna  bağlı  olarak  yapılan  yanlışlar bir  bir  ele  alınıyor.  Yine  de  insan  olmanın  onurunun  altı  çiziliyor.  Özellikle  anne  kız  ilişkilerindeki  olumsuzlukların  nedenleri öyle çarpıcı  ve  gerçekçi  anlatılıyor  ki, bence  her  anne  ve  anne  adayı   için  çok  öğretici. Sarah  Lou'nun  da  izni  ile bazı  bölümleri  sizlerle  paylaşmak  istiyordum..''Kendi  anlatımınızla anlatın,  hiç  bir  sakıncası  yok'' dedi. Kim  bilir  belki  de  size    bu  çarpıcı  yaşam  öyküsünden  kesitler  aktarırım...

21 Şubat 2011 Pazartesi

Hayvanat Bahçeleri ve Sirklerdeki Hayvan Gösterileri


Hayvanat bahçeleri ve sirklerdeki hayvan gösterileri insanlık dışı..


Durum tam tersi olsaydı, yani insanlar daha alt seviyede canlılar olup hayvanlar evrimleşerek hükmetseydi, insanat bahçelerini ve sirklerde gösteri insanlarını hayal edin. Tüyleriniz diken diken oldu değil mi? İşte biz bunu onlara yapıyoruz.

20 Şubat 2011 Pazar

Kaddafi'nin İktidar Hırsı



İktidarı  kaybetme korkusu Kaddafi'ye kan  döktürüyor. Darbeyle  aldığı  42  yıllık iktidarı korumak için  belli  ki her  türlü  önlemi  alacak.


Ortadoğu’da Mısır ve Tunus’la başlayıp birçok farklı Arap ülkesine yayılan protesto gösterilerinden kurduğu aşırı baskıcı rejim sayesinde en az etkilenmesi beklenen Libya diktatörü Muammer Kaddafi dün hiç beklemediği bir isyan dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Ancak verdiği tepki de çok şiddetli oldu. Libya’da başta Trablus ve Bingazi olmak üzere 4 kentte gerçekleşen ve binlerce kişinin katıldığı Kaddafi karşıtı eylemlerde “Kahrolsun Kaddafi, kahrolsun rejim !” yazılı pankartlar açılıp Libya lideri aleyhinde sloganlar atıldı.

Durum böyle olunca Kaddafi, keskin nişancılarını göstericilerin üzerine gönderdi. Çatılardan muhaliflerin üzerine kurşun yağdıran sniper’lar yüzlerce göstericinin ölümüne sebep oldu. Bir diktatörün paralı askerlerine  halkını  kurşunlatması,  iktidar  hırsının  nasıl  bir  hastalık  olduğunu  ortaya  koyuyor..

19 Şubat 2011 Cumartesi

Pişmanlıklarımız


Ne  büyük  laftır:

''Yaptığım  ya da yaşadığım hiç bir  şeyden pişman değilim.''

Öyle  derler, pişmanlıkları  altında  ezilmek  istemeyenler. Gerçek  midir? Bilemem.
Ben  böyle  büyük  büyük  laflar  edemem. Doğrusu, '' keşke  yapmasaydım,''  ya  da  ''keşke  buna  meydan  vermeseydim'' dediğim pek  çok  pişmanlığım  olmuştur.

Yanından  bile  geçmek  istemediğim,  bana  yaşam  dersi  veren, hem  başkalarını  hem  kendimi  üzen durumlar  ya  da kararlar bunlar. İnsanız  sonuçta, her  an  mantıklı, adil  ve kararlı  olamıyoruz.


''Yaptığım  ya da yaşadığım hiç bir  şeyden pişman değilim.'' bir savunma  yöntemi  ve  kandırmaca bana  göre.

Ne  var  ki; ''neden  yaptım, ah  keşke yapmasaydım?'' handikapına  girmek  de hiç  bir  yararı  olmayan mazohist  bir duygu,  düşünce  hali.. Hatalardan, yanlış  kararlardan  kazanılan  deneyimler, varılan  sonuçlar   kişiliğime olumlu  katkılarda  bulunduğu  sürece,  canımın  acımasına  katlanabilirim. Yenilerini yapmama konusunda daha  tutarlı  olabilirim. Yanlış  ve  doğrularımızla,  daha  iyi  insan  olma  yolunda ilerleme  göstermemiz her  şeyden  önemli.  ''Neden  yaptım?''  diye  acı  çekmek  yerine,  ''ne  kazandım?'' diyebilmek..

17 Şubat 2011 Perşembe

Ulusça Bağımlıyız



Sabahın  yedisi. Yürüyüşçüler  ve  erkenden  işbaşı  yapmak  zorunda  olanlar  yollarda. Bir  de  öğrenciler  var..Çoğunun  elinde değişmez iki bağımlılık  göstergesi,  sigara  ve cep telefonu. Daha  yola  çıkar  çıkmaz iki  kişi,  hem  konuşuyorlar,  hem  de tüttürüyorlar. En  çok  okul formalı  çocuklarda görünce  üzülüyorum. Hiç  de  az  değil  sayıları.'' Yapmayın! Yapmayın!! '' diye  bağırasım  geliyor. Hiç  bir  yararı  olmayacağını  bile  bile.

9 Şubat 2011 Çarşamba

Çocuklara Tecavüz Edenlere Düşünülen Ceza, Hadım Edilecekler !

(Hadım sözcüğü  benim tabirim  değil,  aynen  böyle  verildi  haberlerde)

Bugün  gazetelere  göz  atarken okudum,  kadın  vekillerin  girişimi  ile  bir  eylem  planı  hazırlanmış. Şöyle vermiş gazete:

''Kadın vekiller çocuk istismarcılarına karşı bir eylem planı hazırladı. Bu eylem planıyla birlikte, tecavüzcünün cinsel istekleri ilaç tedavisiyle sıfır noktasına inecek Çocuklara yönelik cinsel saldırıda bulunanlara şok cezalar geliyor. Hakim karşısına çıkan tacizcilerin, ''Tahrik vardı'' gerekçesine sığınmalarına son vermeyi amaçlayan Eylem Planı'a göre, çocukların hiçbir biçimde suçluyu "tahrik" etmeyeceği görüşü esas alınıyor.''

Haksız da  sayılmazlar  böyle  bir  cezayı düşünenler. Hiç  bir  çocuk ,  hayatını  karartacak istismarı  hak  etmez. Avrupa'da  Polonya'da, İngiltere'de  ABD'de bazı eyaletlerde bu  uygulama  varmış. Ayrıca  cerrahi  bir  uygulama  olmayıp  ilaçla  pasifize  ediliyormuş suçlular.
Cezasının bir bölümünü çekenlere''İster hapis yat ister bu tedavi'' seçeneği sunulacak.

Bu  bir  tedavi midir? Yoksa ceza  mıdır? Çok  tartışılacak. Çünkü  bazı  hukukçular  ve  tıp doktorları  şimdiden, tedavinin  kişi  onayı  olmadan  uygulanmasının insani  olmadığını söylemeye başladılar. Ben bu konuda insani  düşünemiyorum demek ki. Bilimsel  de  düşünemiyorum. Sadece  ve  sadece  çocukları  düşünebiliyorum.Tecavüze  maruz kalıp  hayatı  kararan  çocukları  ve ne  yazık  ki  bundan  sonra bu  korkunç  olayları  yaşayacak  olan  çocukları  düşünüyorum. ''Çözüm  değil''  diyen hukukçulara  ve  tıp adamlarına  diyorum  ki, o  halde  çözümü  söyleyin.  Söylemekle  de  kalmayın, uygulayın..

Bir  süre  önce Oprah Winfrey'in realite  showunda çocukluğunda  istismar  edilmiş  onlarca  yetişkin  konuk  edildi. Yaşamlarının  nasıl  karadığını göz  yaşları  içinde  anlattılar. Aralarında  kişilik  bölünmesi ya  da başka ağır psikolojik  rahatsızlıklar yaşayanlar   vardı. Bizde  yok  mu? Hem de tahmin  edilenden  çok.  Saklanır,  asla  dile  getirilmez  ama köyünden  kentine  her  yerde  yaşanır  bu  acılar.


İnsanlık  suçlarından  en  çok  kanımı  donduranlardan  biridir  çocuklara tecavüz.   Savunmasız  ve cinselliğin  ne  olduğunu  bile  bilmeyen  çocuklara yapılan  bu iğrenç  suç en  ağır  şekilde  cezalarla karşılık  görmeli  bana  göre. Sonuç  olarak sosyal  bir  yaranın  çözüm  arayışlarını  o  parti, bu  parti  meselesi olarak görmek  istemiyorum. Hiç  bir  konuda  sempati  ile  bakmadığım iktidar  partisinin  konuyu  ele  alması  bu  düşüncemi etkilemez.Yeter  ki  bu  arayışlar olumlu  sonuçlar  versin.

7 Şubat 2011 Pazartesi

Nedir Bu Hayvanların Suçu?

  Çok  daha  korkunç  görüntüler  var  ama içim  elvermedi paylaşmaya...

 

Hayvanlar Üzerinde Deney Yapan Kozmetik Firmaları

Kozmetik endüstri dev bir pazar. Her gün piyasaya sürülen yığınla kozmetik ürünün, yıllar içinde milyonlarca hayvanın yaşamına sebep olduğunu biliyor muydunuz?

Kozmetik ürünlerin bileşenleri olabilecek yeni maddeler için genellikle tavşanlar ve kemirgenler üzerinde vahşi deneyler yapılıyor. Bu maddeler zehirlilik, deri ve göz tahrişleri, deri alerjilerine yol açma, kalıtsal bozukluğa ve kansere neden olan özellikler bakımından test ediliyor. Bu ve buna benzer pek çok örnekte hayvanların, insanların güzel görünmeleri uğruna acı içinde öldürüldüklerini görüyoruz. Tabii bu durum kamuoyunun gözlerinden uzak köşelerde yapıldığı için kimse görmüyor; göz görmeyince de vicdan umursamıyor.

Kozmetik Endüstrisinin Uyguladığı Hayvan Deneyi Yöntemleri
Draize Testleri
Draize göz tahriş testleri, ilk olarak 1940’larda, ABD Gıda ve İlaç İdaresi çalışanlarından J.H. Draize’in, tavşanların gözlerine sıkılan bir maddenin ne kadar tahriş edici olduğunu belirleyen bir derece geliştirmesiyle kullanılmaya başlandı.
Bu testlerde hayvanlar genellikle sadece başlarını dışarıda bırakan aletlere sıkıştırılıyor. Böylece hayvanın gözünü kaşıması ya da ovuşturması engelleniyor. Test edilmek istenen madde (örneğin, göz farı, rimel, çamaşır suyu, şampuan v.b.) her bir tavşanın tek bir gözüne damlatılıyor/sürülüyor. Hayvanların alt göz kapağı dışarı çekiliyor ve böylece oluşan çanağa madde konuyor. Sonra göz kapatılıyor. Bazen birkaç kez madde tatbik ediliyor. Tavşanlar her gün gözlemlenerek, gözlerinde şişme, çıban, enfeksiyon ve kanama olup olmadığı saptanıyor. Çalışmalar bazen üç hafta sürebiliyor.

Bazı maddeler o kadar ciddi bir hasara yol açıyor ki, tavşanların gözleri bütün temel niteliklerini kaybediyor. İris, gözbebeği, kornea tek bir patolojik dokuya benzemeye başlıyor. Araştırmacılar testin sonucunu etkilememek koşuluyla bazen az miktarda topikal anestezi uygulayabiliyorlar. Bunun, iki hafta boyunca gözüne kimyasal madde damlatılmış bir hayvanın acısını azaltması mümkün değil.






LD 50 (Lethal Dose – Yüksek Doz) Testleri

Bir maddenin ne kadar zehirli olduğunu belirlemek için “akut oral toksisite testleri” yapılmaktadır. 1920’lerde geliştirilen bu testlerde hayvanlara - ruj ve kâğıt gibi yenmeyen maddelerde olmak üzere - çok çeşitli maddeler ya zorla ya da boğazlarına soktukları bir tüple yediriliyor.
Standart testler 14 gün süreyle uygulanıyor, ama bazıları 6 ay bile sürebiliyor – tabii hayvanlar hayatta kalırsa. Deney süresince hayvanlarda kusma, ishal, felç, kasılma ve iç kanama gibi klasik zehirlenme semptomlarına rastlanıyor.
En bilinen akut toksisite testi LD 50 (Lethal Dose) testidir. LD 50, “yüzde 50 öldürücü doz”, yani deneye dahil edilen hayvanların yarısını öldüren madde miktarı anlamına gelmektedir.

Hayvan Deneylerinin Alternatifi Yok Mu?

Tabii ki, hayvan deneylerinin alternatifleri var. Bugün dünyanın en büyük kozmetik firmalarından REVLON, AVON ve ORIFLAME gibi uluslararası kozmetik şirketleri, ürünlerini hayvanlar üzerinde test etmiyorlar. Yeni ürünlerini alternatif deney yöntemleri kullanarak test ediyorlar. Avon 1989 Nisan’ında, Eytex denilen sentetik bir madde üzerindeki testlerin olumlu sonuç verdiğini ve bundan böyle deneylerini bu madde üzerinde uygulayacağını açıklayarak, hayvan deneylerine alternatif bir deney yöntemini kamuoyuna açıklamıştır.

Özellikle Amerika ve Avrupa’daki hayvan hakları ve hayvan özgürlüğü hareketleri sonucunda çoğu kozmetik firması da alternatif deney yöntemlerini kullanmaya başlamışlardır. Bazı firmalarsa, (örneğin Procter & Gamble) sadece mevcut ürünlerini hayvanlar üzerinde test etmeyeceklerini açıklamaktadır. Oysa bu tür açıklamalar firmaların tüketici kitlesini kaybetmemek için yaptığı laf oyunlarıdır. Çünkü bu firmalar, içeriğini değiştirdiği ürünlerde veya piyasaya yeni süreceği ürünlerin testlerinde hayvanları kullanmaya devam etmektedir.

HAYVANLAR UZERINDE TEST YAPAN FIRMALAR

Arm & Hammer; www.armhammer.com
Bic Corporation; www.bicworld.com
Chesebrough-Ponds; www.pondssquad.com
Church & Dwight (Aim, Arm & Hammer, Arrid, Brillo, Close-up, Lady’s Choice, Mentadent, Nair, Orange Glo International, Pearl Drops); www.churchdwight.com
Clairol (Aussie, Daily Defense, Herbal Essences, Infusium 23, Procter & Gamble); www.clairol.com
Clorox (ArmorAll, Formula 409, Fresh Step, Glad, Liquid Plumber, Pine-Sol, Soft Scrub, S.O.S., Tilex); www.clorox.com
Colgate-Palmolive Co. (Hills Pet Nutrition, Mennen, Palmolive, SoftSoap, Speed Stick); www.colgate.com
Cover Girl (Procter & Gamble); www.covergirl.com
Dial Corporation (Dry Idea, Purex, Renuzit, Right Guard, Soft & Dri); www.dialcorp.com
Johnson & Johnson (Aveeno, Clean & Clear, Listerine, Lubriderm, Neutrogena, Rembrandt, ROC); www.jnj.com
Lever Bros. (Unilever); www.unilever.com
L’Oréal U.S.A. (Biotherm, Cacharel, Garnier, Giorgio Armani, Helena Rubinstein, Lancôme, Matrix Essentials, Maybelline, Ralph Lauren Fragrances, Redken, Soft Sheen, Vichy); www.loreal.com
Max Factor (Procter & Gamble); www.maxfactor.com
Mead; www.meadweb.com
Melaleuca; www.melaleuca.com
Mennen Co. (Colgate-Palmolive); www.colgate.com
Noxell (Procter & Gamble); www.pg.com
Olay Co./Oil of Olay (Procter & Gamble); www.oilofolay.com
Oral-B (Procter & Gamble); www.oralb.com
Pantene (Procter & Gamble); www.pantene.com
Physique (Procter & Gamble); www.physique.com
Playtex Products (Banana Boat); www.playtex.com
Procter & Gamble Co. (Clairol, Cover Girl, Crest, Gillette, Giorgio, Iams, Max Factor, Physique, Tide); www.pg.com
Reckitt Benckiser (Easy Off, Lysol, Mop & Glo, Old English, Resolve, Spray ’N Wash, Veet, Woolite); www.reckittbenckiser.com
Richardson-Vicks (Procter & Gamble); www.pg.com
Schering-Plough (Bain de Soleil, Coppertone, Dr. Scholl’s); www.sch-plough.com
S.C. Johnson (Drano, Edge, Fantastik, Glade, OFF!, Oust, Pledge, Scrubbing Bubbles, Shout, Skintimate, Windex, Ziploc); www.scjohnson.com
SoftSoap Enterprises (Colgate-Palmolive); www.colgate.com
Suave (Unilever); www.suave.com
Unilever (Axe, Dove, Lever Bros., Suave, Sunsilk); www.unilever.com
Procter&Gamble, Colgate we Unilever en cok hayvan testi yapan gruplardir. Bu gruplarin yuzlerce firmasindan alisveris yapmadiginiza emin olmak icin yanlarinda belirttigimiz internet sitelerinden kontrol edebilirsiniz. Parantez icine eklediklerimiz bu gruplarin bilinen firmalaridir.
Her yeni bilgi isiginda listemiz surekli guncellenecektir

HAYTAP DENEY GERÇEĞİ GRUBU

6 Şubat 2011 Pazar

Kusacağım (böyle) Sevgiden



Nedir  sevgi? Gerçeğini  bulan gören  var  mı? Vardır  bir  yerlerde  ama göstermelik  olanı, yaz  boz  tahtasına döneni, imitasyonu, ucuzu, çabuk tüketileni, sıkılınca bir  köşeye  atılanı  pek bol..Durum  böyle  olunca  da istismara  açık  bir  konu. Öyle  ya maddiyatın en  önemli  kavram  olduğu  bir dünyada  yaşıyoruz. Neden  bu  konuda para  kazanılmasın? Üstelik  insanlar öyle  aciz  ve  yol  gösterilmeye  muhtaç ki;  bir  gün  belirlensin. İşte  size  SEVGİLİLER GÜNÜ.

O  günde  mutlaka  sevgilinize  bir  hediye  almalısınız. Ama  ennnn uygunu, ennnn güzeli bilmem  ne  marka giysi.. Yok canım, olur  mu,  bir  tek  taş. Hayır  hayır,  siz  bizim  çarşaflardan  alın  kalpli  kalpli. Aaaa,  bizim  tesisimizde  sevgililer  günü  yemeği  yemelisiniz. Çiçeğinizi  bize  sipariş  verin...Diğer  günler  çuvala  girdiği  için  bunları  mutlaka o  belirlenen  günde  yapmalısınız. Sonra  maazallah  sevgiliniz hayal  kırıklığına  uğrar, size  küser.

İşte  bunun  gibi   yüzlerce  reklam,  yüzlerce  ilan.  Bunları  gördükçe  kusacağım..Biz  aciz  ve  sevgimizi  anlatmakta  yetersiz  olan  insanları  yönlendiren  iyilikseverlere  de  minnet  duymam  gerekirken  nankörlük  ediyorum..